16 Nisan 2010 Cuma

Zeytinli Poğaça


HAZIRLAMA SÜRESİ: 20 DAKİKA
PİŞİRME SÜRESİ: 25 DAKİKA
Malzemeler(4 kişilik)
2.5 su bardağı un
Yarım su bardağı eritilmiş ılık margarin
1 yumurta
1 çay kaşığı karbonat
Yarım çay kaşığı ayçiçeği yağı
Yarım su bardağı yoğurt
1 tutam tuz
İç malzeme için
150 gr çekirdeksiz siyah zeytin
Üzeri için
1 yumurtanın sarısı
4 yemek kaşığı susam
HAZIRLANMASI
Unu hamur yoğurma kabına eleyip ortasını havuz gibi açın. Yumurta, eritilmiş ılık margarin, ayçiçeği yağı, yoğurt, tuz ve karbonatı ilave edin. Malzemeler özleşene kadar yoğurun. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar kopartıp avucunuzda yuvarlak açın. Ortasına 2-3 siyah zeytin yerleştirip hamurun kenarlarını ortada birleştirerek elinizle yuvarlayın ve kapatın. Hazırladığınız hamurları yağlanmış fırın tepsisine dizip üzerlerine yumurta sarısı sürün ve susam serpin. Önceden ısıtılmış 200 dereceye ayarlı fırında 25 dakika pişirin. Sıcak veya ılık servis yapabilirsiniz.

Reçelli Kruasan


HAZIRLAMA SÜRESİ: 100 DAKİKA
PİŞİRME SÜRESİ: 20 DAKİKA
Malzemeler (8-10 kişilik)
1.5 yemek kaşığı kuru maya
1 su bardağı ılık süt
2 yemek kaşığı tozşeker
4,5 su bardağı un
50 gr margarin
2 çay kaşığı tuz
1 yumurta
1 yumurtanın sarısı
İç malzeme için
1 yemek kasesi çilek reçeli
Hamur aralarını yağlamak için
250 gr margarin
HAZIRLANMASI
Mayayı ılık süte 1 kaşık şekerle birlikte ekleyip karıştırın. 10 dakika bekletin. Unu bir kaba eleyip ortasını havuz gibi açın. Bir kaşık şeker, tuz. yumurta, margarin ve mayalı karışımı ekleyip 15 dakika yoğurun. ılık bir yerde 25 dakika bekletin. Hamuru düz zemine alıp merdane ile 1,5 cm kalınlığında ve dikdörtgen şeklinde açın. 1 paket margarini 2′ye bölüp küçük doğrayın. Hamuru 3 eşit dikdörtgen parça halinde düşünüp ilk ve son parçaların üzerine margarini serpiştirin. Ortadaki parçayı boş bırakın. Hamuru, yağlı iki kenarından ortaya kitap şeklinde katlayın. Buzdolabında 10 dakika bekletin, Aynı işlemi 2 kez tekrarlayın. Hamuru 3 mm kalınlığında açın. Hamuru üçgen parçalar halinde kesin. Geniş ucuna reçel koyup sigara böreği şeklinde sarın. Tepsiye dizip üzerlerine yumurta sarısı sürün. Önceden ısıtılmış 200 derece fırında 20 dakika pişirin. Servis yapın.

Elmalı Müftin Kek


Pişirme Süresi:
20 -25 dakika fırında (185 derecede)
Kullanılacak Malzemeler:
Margarin (185 gr.)
Pudra şekeri (150 gr.)
Yumurta (3 adet)
Un (220 g = 2 su bardağından 2
kaşık eksik)
Kabartma tozu (1 paket)
Süt (6 yemek kaşığı)
Tarçın (1 çay kaşığı)
Elma (1 adet)
Toz şeker (4 çay kaşığı)
HAZIRLANMASI
Oval bir kaba 185 gram margarin (yaklaşık 3/2 paket) ve 150 gram pudra şekeri koyarak bir mik­serle çırpın. Yaklaşık 4 dakika sonra içine 3 adet yumurta kırıp mikserle 1,5 dakika daha çırpın.
Bu sürenin sonunda içine 6 yemek kaşığı süt koyun ve kısaca çırpın ve 1 paket kabartma tozu koyduğunuz 220 gr. unu kaba ilave ederek 1,5 dakika kadar çırpmaya devam edin.
4 adet küçük kek kalıbını bolca margarin ile bir fırça yardımıyla yağlayın. Hazırladığınız keki kalıplara paylaştırarak koyun ve üzerlerini bir kaşıkla düzeltin. 1 adet elmanın kabuklarını soyun. Elmayı dörde kesip, çekirdeklerini çıkartın.
Her bir parçayı ince ince dilimleyin ve bıçakla bastırıp bir eğim vererek keklerin üzerine koyun. El­maların üzerine birer çay kaşığı kaşığı toz şeker ve şekerin üzerine de 1 çay kaşığı tarçını dört kalıba paylaştırarak serpin. Kek kalıplarını ince bir fırın tepsisine koyarak 185 derecedeki fırına verip 20-25 dakika pişirin. Bu sürenin sonunda üzerleri altın sarısı bir renk alan elmalı kekleri fırından çıkartıp servise hazır hale getirin.

Tahinli Çörek


Miktarı: 20-25 adet
Pişirme Süresi: Haşhaşın ılık suda bekleme süresi bir saat 200 derece fırında 30 dakika
Kullanılacak Malzemeler:
10 adet milföy hamuru
1/2 bardak tahin
6 yemek kaşığı haşhaş
1 yemek kaşığı tereyağı
3- 4 yemek kaşığı un
HAZIRLANMASI
Ilık suda bir saat beklettiğiniz 6 yemek kaşığı haşhaşı derin bir kaba alın. Sonra içerisine 1/2 su barda­ğı tahini ilave edip bir blendır yardımıyla haşhaşların ezilmesini sağlayın.
Tezgahın üzerine bir miktar un serpin, bütün milföy hamurlarını üst üste gelecek şekilde dizip üzerine bir miktar daha un serpin ve merdane yardımıyla açın.
Açtığınız milföy hamurlarının üstüne fırçayla haşhaşlı karışımı sürünüz. Hamurun etrafındaki fazlalıkları bir bıçakla keserek düzeltin ve ince bir rulo biçiminde sarınız.
Hamur rulosunu birer cm aralıkla kesin tezgahın üzerine bir miktar un serpiştirin ve kestiğiniz hamur parçalarını yapışmaması için unun üzerinde elinizle hafifçe bastırarak düzleştirin.
Bîr yemek kaşığı tereyağı ile fırın tepsisini yağlayın ve hamurları içerisine dizin ve 200 derece fırında yaklaşık 30 dakika üzerleri kızarıncaya kadar pişmeye bırakın.

Kurabiye Çanakları


Miktarı: 6 adet
Pişirme Süresi: 15-20 dakika fırında (önceden 175 derecede ısıtılmış)
Kullanılacak Malzemeler:
Un (2 bardak)
Margarin (Yarım paket)
Pudra şekeri (yarım bardak)
Su (1 çorba kaşığı)
Üzeri için:
Tarçın (1 çay kaşığı)
Kuru üzüm (yarım bardak)
Kuru incir (4 adet)
Kuru kayısı (6 adet)
Toz şeker (1 çorba kaşığı)
Süslemek için:
Pudra şekeri (2 çorba kaşığı)
HAZIRLANMASI
Geniş ve büyükçe bir kaba iki bardak un ilave ediniz. Ortasını açıp yarım paket margarin, yarım bardak pudra şekeri, bir çorba kaşığı su ilave edip ve hamuru elinizle iki – üç dakika yoğurunuz. Yoğurduğunuz hamuru tezgahın üstüne koyup bir iki dakika kadar yoğurmaya devam edin. Üzerine bir miktar un serpip merdane ile açınız.
Açtığınız hamurun üzerine kalıpları yerleştirin. Hamuru kalıpların kenarlarından bir parça büyük olacak şekilde hamur kesme ruleti veya bıçak yardımıyla kesip, kare parçalara ayırın. Kestiğiniz hamur parçası­nı alıp elinizle hafifçe bastırarak kalıbın içerisine yerleştirin. Bu işlemi kestiğiniz bütün parçalar için tek­rarlayın.
Ayrı bir yerde küçük küçük küp biçiminde doğradığınız yarım bardak kuru üzüm, 4 adet kuru incir ve 6 adet kuru kayısının üzerine 1 çay kaşığı tarçın ve 1 çorba kaşığı toz şeker döküp karıştırın. Şekerlerle karıştırdığınız kuru meyveleri kalıba yerleştirdiğiniz hamurların üzerine koyun.
Kuru meyveleri koyduğunuz kalıpları bir fırın tepsisine yerleştirin. Önceden 175 derecede ısıtılmış fırına verip 15-20 dakika pişirin. Üzerlerine pudra şekeri serpip, kalıplarından çıkarın ve servise hazır hale getirin.

Ay Kurabiyesi


Miktarı: 12 adet
Pişirme Süresi: 15 dakika fırında (180 derecede ısıtılmış)
Kullanılacak Malzemeler:
Un (2 bardak)
Krema (yarım bardak)
Pudra şekeri (yarım bardak)
Margarin (5 kaşık)
İç Malzemeleri:
Kuru kayısı (150 gram, suda ıslatılmış)
Süslemek için:
Pudra şekeri (2 çorba kaşığı)
HAZIRLANMASI
Büyükçe bir kabın içerisine iki bardak un ilave ediniz. Orta kısmını açıp içine beş kaşık margarin, yarım bardak krema, yarım bardak pudra şekeri koyunuz. Hamuru toplanıncaya kadar ortalama olarak üç dört dakika yoğurmaya devam ediniz. Hamuru yoğurduktan sonra tezgahın üzerine alıp bir iki dakika daha yoğurunuz. Hamurun üzerine bir miktar un serpiştirip merdane ile açınız.
Açtığınız hamurun kenar kısmını bıçakla keserek düzeltiniz ve kesilen parçaları bir kena­ra ayırınız. Hamuru kare biçimine getiriniz. Kare şekline gelen hamuru önce dört eşit parçaya ayırınız. Küçük kare şeklindeki hamurları yanlamasına iki eşit parçaya ayırınız.
Önceden suda ıslattığınız ve küçük parçalar halinde doğradığınız 150 gram kuru kayısıyı eşit bir biçimde dağıtarak Oluşan üçgen hamurun ortasına koyunuz. Fazlalık olarak kestiğiniz hamurları açıp aynı işlemleri onlara da uygulayın.
Ortasına kayısılardan koyduğunuz parçanın uzun kenarından başlayarak malzemeyi de içine alacak biçimde dışarıya doğru yuvarlayarak sarın. Uzun kenarın iki kenarından birleştirerek içi boş bir yuvarlak şeklini oluşturunuz. Oluşturduğunuz yuvarlak şekli önceden pişirme kağıdı sermiş olduğunuz tepsiye ilave ediniz. Yaptığınız Bu iş­lemleri bütün parçalara da aynısını uygulayıp oluşan yuvarlakları tepsiye diziniz. Daha Önceden 180 derecede ısıttığınız fırına koyup, 15 dakika kadar pişiriniz. Zaman dolduktn sonra kurabiyeleri fırından çıkartınız. Üzerlerine pudra şekeri ser­perek ılık yada hafifçe sıcak olarak servis yapabilirsiniz.

Elmalı Kurabiye


Miktarı: 10 adet
Pişirme Süresi: 10 dakika ocakta (harcının pişme süresi) 17 dakika fırında (175 derecede)
Kullanılacak Malzemeler:
Yoğurt (yanm su bardağı)
Sıvıyağ (yarım su bardağı)
Pudra şekeri (3 yemek kaşığı)
Kabartma tozu (yarım paket)
Un (aldığı kadar)
içinin harcı için:
Yeşil elma (2 adet)
Ceviz içi (2 yemek kaşığı)
Tarçın (1 kahve kaşığı)
Şeker (yanm su bardağı)
Üzeri İçin:
Pudra şekeri (4 yemek kaşığı)
HAZIRLANMASI
İkiye kestiğiniz 2 adet elmayı uzun şeritler halinde rendeleyin. Bir teflon tencereye rendelediğiniz elmaları koyun ve üzerine yarım su bardağı toz şeker serpin. Üzerine 2 yemek kaşığı ceviz içi koyup, 1 kahve kaşığı tarçın serpin ve tüm malzemeyi birkaç defa karıştırıp pişmeye bırakın.
Hamurunu hazırlamak için oval cam bir kaba yarım bardak yoğurt, yarım bardak sıvıyağ, 3 yemek kaşığı pudra şekeri, yarım paket kabartma tozu koyun ve kabın içindeki tüm malzemeyi parmağınızla karıştırın. Üzerine aldığı kadar un koyarak yarım dakika kadar karıştırıp, hamuru yoğurun.
Gerekli gördüğünüz zaman un ilave ederek bisküvi hamuru kıvamına gelene kadar yoğurduğunuz hamuru un serptiğiniz tezgaha aktararak yarım dakika daha yoğurun. Bu sürenin sonunda hamurun altını ve üstünü unlayarak bir merdaneyle açın. Daire şeklinde açtığınız hamurun kenarlarını keserek düzleştirin ve hamuru dokuz parçaya kesin. Kenarlardan artan hamurları birleştirip yeni­den açarak bir parça kare hamur daha elde edin.
10 dakika kadar pişirdiğiniz harcı tezgaha alın. Hamur karelerinin ortalarına hazırladığınız harçta dolu birer kaşık koyun. Ortasına harç koyduğunuz karelerin karşılıklı köşelerini üst üste getirip birleştirerek elinizle hafifçe bastırın.Kapattığınız hamurların köşelerini elinizle bastırıp, sivrilterek şekil verin ve ters çevirerek pişirme kağıdı serdiğiniz ince bir fırın tepsisine yerleştirin. Tepsiyi 175 derecedeki fırına vererek pişmeye bırakın. 17 dakika boyunca pişirdiğiniz elmalı kurabiyeleri fırından çıkarın. Bir eleğe 4 yemek kaşığı pudra şeKeri koyun ve pudra şekerini elekten geçirerek kurabiyelerin üzerine serpin. Üzerlerine pudra şekeri serpiştirerek servise hazır hale getirebilirsiniz.

Peynirli Acura


Malzemeleri: 10 adet
Pişirme Süresi: 20-25 dakika fırında (önceden 180 derece ısıtılmış)
Kullanılacak Malzemeler:
Un (500 gram/ 4 su bardağı)
Margarin (50 gram)
Şeker (1 çorba kaşığı)
Kuru maya (1 çorba kaşığı)
Tuz(1 çorba kaşığı)
Ilık su (1,5 su bardağı)
Üzeri İçin:
Yumurta (2 adet sarısı)
Çörek otu (1 çorba kaşığı)
İçi için:
Margarin (150 gram)
Peynir (200 gram)
HAZIRLANMASI – YAPILIŞI
Oval bir kaba 4 su bardağı unu koyun. Unun ortasını açarak 1,5 su bardağı ılık su, 50 gram margarin, 1 çorba kaşığı maya, 1 çorba kaşığı şeker ve 1 çorba kaşığı tuzu ekleyin. Tüm malzeme hamur kıvamına gelene kadar yoğurun. Hamuru yoğurma sırasında gerekirse hamur yoğurma makinesi kullanabilirsiniz. Hamurunuzu tezgah üzerine alarak bir miktar unla toparlayın. Toparladığınız hamurun üzerine kuru ve beyaz bir tülbent sererek 15-20 dakika dinlendirin.
Yeteri kadar dinlenmiş ve mayalanmış hamuru 10 eşit parçaya bölün ve küçük limon şekline getirin. Hamurların üzerine elinizle bastırarak yassılaştırın ve ortalarına birer tatlı kaşığı margarin, tatlı kaşığı peynir yerleştirin. Hamuru margarin ve peynir içinde kalacak şekilde rulo haline getirin Hamurun üzerine tülbent sererek 5-10 dakika daha dinlendirin.
Rulo haline getirdiğiniz hamurları tezgahın üzerinde un serperek uzatın ve daha sonra ikiye katlayarak burgu şekline getirin. Yağlı kağıt serdiğiniz fırın tepsinizin üzerine yerleştirin Hamurların üzerine iki yumurta sarısını fırça yardımıyla sürün. Çörek otunu serpin.
Tepsiye yerleştirdiğimiz hamurları 15 dakika kadar dinlendirin. Açmalarınızı önceden 180 derece ısıtılmış fırına yerleştirin. Yaklaşık olarak 20-25 dakika pişmesini bekledikten sonra fırından çıkar­tın. İsteğe bağlı olarak Ilık veya soğuk olarak servis Yapabilirsiniz

Bazlama, Taplama


MALZEME LİSTESİ
Hamuru için:
• 4 su bardağı un
• 2 çay kaşığı tuz
• 1,5 su bardağı su
YAPILIŞI – HAZIRLANMASI
•Hamuru hazırlamak için; un ve tuzu derin bir kaba koyup karıştırın. Suyu da aktarıp yoğurmaya başlayın. Elde ettiğiniz hamur elinize hafifçe yapışacaktır. Hamuru toparlayın ve oda sıcaklığında en az bir saat bekletin. Böylece hamur kabarıp kıvama gelecektir.
• Dinlenip ekmek hamuru kıvamına gelen hamurdan mandalina büyüklüğünde parçalar koparın.
• Hamur parçalarını, yani bezeleri hafifçe un serptiğiniz tezgahın üzerinde merdane yardımıyla pasta tabağı (15-18 cm çapında) büyüklüğünde açın.
• Diğer taraftan, büyük boy bir teflon tavayı (eski usûl bir sac ta kullanabilirsiniz) orta ısılı ateşin üzerinde kızdırın.
• Bazlamaları yağsız ve kızgın tavada önlü arkalı kızartın. Sıcak bazlamaların üzerine tereyağı sürün ya da yanında peynirle birlikte servise sunun.

Leğen Kasları


Leğen kasları — Dişide leğen bölgesinin bütün kasları cinsel uyartının değişik dönemlerine ve özellikle orgazm olayına katılır. Bu kasların cinsel olaylara hangi makanizmayla katkıda bulunduklarını anlatabilmek için burada başlıca 4 kas grubunu tanımlamakla yetineceğiz.
Rektumun ağzını (anus) meydana getiren ve onu dı­şa kapatan yuvarlak kasa rektum büzgeni (sfinkteri) adı verilir. Uretra ağzını kapatan kasa ise uretra sfinkteri denmektedir. Bu iki kasın orgasm sırasında ritmik olarak kasılmaları dışında bu anlamda, yani cinsel ilişkilere kat­kıda bulunmak yönünden önemi yoktur. Büyük abdestin ve idrarın çıkartılması sırasında kadın, istemli olarak bu kaslarını kullanabilir. Yani isterse bunları büzerek dış­kının ve idrarın dışarı çıkışını bir dereceye kadar engel­leyebilir. Oysa orgazm yaklaşırken artık bu kaslara is­temli olarak etki yapılamaz. O sırada kaslar istem dışı ve otomatik bir ritmle kasılmaktadır.
İncelemekte olduğumuz 4 kas grubunun en önemlisi, daha önce vaginayı anlatırken değindiğimiz vagina ağzı çevresinde bir halka meydana getiren vulvanın daraltı­cı kasıdır. Bu kas cinsel uyartının başlangıcıyla birlikte kasılmaktadır. Bu kas demetini bazı kadınlar cinsel te­mas sırasında istemli olarak hareket ettirebilmektedir. Kadınların küçük bir kısmmdaysa bu kasılma istem dışı olmaktadır. Vulvanın daraltıcı kası bu özelliğiyle sanki erkeklik organını emmekte ve onu içine çekmektedir. Ka­sın bu ritmik gevşeme kasılma hareketi bütün cinsel te­mas boyunca suregelir ve erkeğin cinsel yönden doyumu­na katkıda bulunur. Evrimi daha ileri olan ırkların kadın­larında, bu kas faaliyetinin belirliliği azalmaktadır. Bazı anatomicilere göre, bizim uygarlığımızın kadınlarında bu kasın çalışması eskiye oranla gerileme göstermiştir.
Bu durum, yukarıda sözünü ettiğimiz ve adının da belirttiği gibi, özellikle rektumun iç parçasının kaldırıl­masını sağlayan anusun kaldırıcı kası için de geçerlidir. Ama, burada durum biraz değişiktir. Çünkü bu kasın kasılmasıyla yalnız rektum yükselmemekte, aynı zamanda vagina kanalı da pubis kemiğine doğru çekilmektedir. Hatta rektumun yükselmesi, bu kasın görevinin daha az önemli olan kısmıdır. Pubise doğru çekilen vagina böyle­likle daralmaktadır. Bazı kadınlarda bu kas da istemli olarak çahşabilirse de genellikle vulvanın daraltıcısı gibi otomatik bir şekilde hareket etmektedir.
Doğum hekimlerinin pek çoğu bu iki kas demetine büyük önem verir ve bu kasların istemli çalışmasını sağ­lamak için leğen ve karnın alt kısımlarında beden eğitimi hareketleri yapılmasını tavsiye eder. Sıklıkla çok yumu­şak olan leğenin kas yapısı böylelikle kuvvetlendirilmekte ve bu da onlara göre, doğumun daha az ağrılı ve kolay geçmesinde rol oynamaktadır. Bu organların fonksiyonu, belirli bir anlamı olan doğal bir olay olarak kabul edilmek­tedir. Gerçekten bu iki kas, başta vulvanın daraltıcısı ol­mak üzere, yapılan masajlar sonucu özellikle erkeğin cin­sel doyumunun, daha az olarak da kadınmkinin artmasına sebep olmaktadır. Çünkü, erkeklik organının tersine va-ginada, kadının cinsel duyumlarını arttırıcı duyusal sinir­ler yoktur. Ama, fiziksel olarak uyarılması artacağından erkeğin orgasm haline geçişi çabuklaşacak, bir başka deyimle cinsel temas süresi kısalacaktır. Oysa bu sü­re, kadının orgasma erişmesi için aşırı kısa bir zaman ola­caktır. Tersine, kas faaliyetinin azaltılması erkeğin orgazmını geciktireceğinden, kadının hesabına cinsel temas sü­resi uzamış olacaktır. Sonuç olarak kadının bu kasları ancak cinsel ilişkinin en sonuna doğru çalıştırması gere­kir. Bunun için de, yukarıda anlattığımız gibi, istemli ola­rak çalışmalarını sağlamak amacıyla daha önceden beden eğitimi hareketleri yaparak kuvvetlendirmesi zorunludur.
Cinsel temas sırasında vagina kanalının daralması, iç kısımlardan bızıra doğru ilerleyen ve orada karşılaşan iki soğancık tarafından da kolaylaştırılır. Bunlar 3 ile 4 santim uzunluğunda, 1 ile 1,5 santim genişliğinde ve 7 ile 8 milimetre kalınlığında iki kavernöz, yani kâtılaşan o-luşumdur. öteki kavernöz cisimler gibi duyarlı olup, cin­sel uyartılar sırasında kanla dolarak vagina ağzında çok yumuşak iki yastıkçık yaparlar.
Kadında, erkeklerdeki Cewper bezlerine uyan ve ay­nı fonksiyonları yerine getiren birtakım bezler bulunur. Vagina girişinin en önemli ve en büyük iki salgı bezine Bartholin bezleri adı verilir. Bunların boşaltıcı ağızları aşağı yukarı kızlık zarının küçük dudaklarla birleştiği yerde vagina ağzına açılır. Bezlerin kendisi daha ferinde yerleşmiştir. Her ne kadar boyutları bir merceğinki ka­dar ise de, elle dokunularak anlaşılmaları güçtür.
Cinsel uyartılar aynı zamanda vagina girişindeki ve çevresindeki bütün bu yağ ve ter bezlerinin salgılamasını da uyarır. Halk arasında çok kullanılan bir deyimle kadın «ıslanır.» Kadının gerçekten uyarıldığı andan, başlayarak vagina ağzını nemlendiren kıvamlı, akıcı ve yağımsı bir salgının iri damlaları büyük dudaklardan dışarı çıkar. Ucu katılaşma damlasıyla ıslanmış olsa bile erkeklik organı­nın normalde kuru olan vaginaya girmesi güçtür. Oysa bu bezler, salgıladıkları sıvıyla penisin girişini kolaylaştır­maktadır.
Sağlam bir kadında bu bezler yalnız cinsel uyarılma sırasında faaliyet gösterir. Buna karşılık, bazı hastalıklar da salgıları artmaktadır. Bartholin bezleri, belsoğukluğu ve bunun kötü sonuçlarını doğuran mikroplara yataklık yaptıkları için kötü bir ün kazanmıştır. Gerçekten mik­roplar bu iki beze ustaca sokulur, irinli iltihaplara sebep olarak buralarda kabartılar, şişmeler meydana getirir. iltihaplandığmda yumurta büyüklüğüne erişebilen Bartho-lin bezlerine rastlanır.
Vagina mukozasının kendisinde salgı bezi bulun­maz. Bununla birlikte, her zaman için bir parça sıvı va-ginadan süzülmektedir. Bu sıvıda glikoz vardır. Gene sağlam bir kadının vaginasmda, belirli bir hastalık mey­dana getirmeyen mikroplar bulunmaktadır. îşte bu mik­roplar glikozun laktik aside dönüşmesini sağlar. Laktik asit vagina içinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Çünkü amacı, vaginaya dışarıdan giren zararlı mikropla­rın büyük bir kısmını zararsız hale sokmaktır.
Spermatozoidlerin aside duyarlı oldukları bilinir. Oy­sa asidi çok az bir ortamda hareketleri artar. Buna kargı­lık, asit miktarının arttığı oranda spermatozoidlerin can­lılıkları da azalmaktadır. Döllenmenin sağlanması ve en­gellenmemesi için tabiatın aldığı sonsuz tedbirler burada da kendini gösterir. Döllenmenin mümkün olduğu günler­de, yumurtacık tubalar içinde rahme doğru yol alırken vagina sıvısının asitliği de azalır. Bütün bu çabalar sper­matozoidlerin en iyi dölleme yeteneğini kazanabilmesi için kadın organizması tarafından gösterilmektedir. Ayrı­ca tohum sıvısı da, alkali gibi etki gösterip laktik asidi nötr hale getirmekle bu olaya katkıda bulunur.
Vajina mukozasının aşırı derecede ıslanması, erkek­lik organıyla vajina çeperi arasındaki sürtünmenin şid­detini azaltır. Yani erkek ve kadının orgasmı gecikebilir ya da tam olarak önlenebilir. Bu durumda, cinsel temas­ta bozulma tehlikesi ortaya çıkmaktadır. Gerçek bir has­talık hali söz konusu olmasa bile, yalnızca böyle bir güç­lük, kadının ilk fırsatta bir kadın hastalıkları hekimine başvurması zorunluğunu ortaya koymaktadır.

Memeler,Göğüsler


Memeler — Hernekadar memeler üreme organlarından uzak ve cinsiyetle doğrudan doğruya ilişkide gözükmüyorlarsa da, gerek doğumdan sonra çocuğun beslenmesinde, gerekse cinsel temas sırasında uyartıların başlatılmasında oynadıkları önemli rol yönünden, burada kısaca anatomik yapılarından söz etmeyi uygun buluyo­ruz.
Sağda ve solda olmak üzere meme bezlerinin bulun­duğu iki bölge memeler adını alır. Erkeklerde meme bez­lerinin gelişmesi geri kalır ve büyümez. Kadınlarda tersine, gelişen ve büyüyen bu bezlerin anatomik olduğu kadar fizyolojik yönden de büyük önem kazandıklarını
görmek­teyiz.
Memelerin şekil ve büyüklükleri kişiye, yaşa, cinse ve ırka göre değişiklikler gösterir. Buluğ çağına kadar kü­çük olan memeler bu yaşlarda gelişerek bir yumruk bü­yüklüğüne erişir. Genç kızlarda yarım küre şeklindedir; Gebelikte ve doğumdan sonra annelerde memeler aşırı de­recede büyür. Süt verme zamanı geçince bu büyüklük kay­bolarak memeler eski durumlarına döner ve gevşer. İkincil seks karakterleri anlatılırken bu konuya yeniden dönüle­cektir.
Memenin ortasında koni ya da silindir şeklinde koyu renkli bir çıkıntı bulunur. Bu kabartıya meme başı adı verilir. Doğuştan meme başları olmayan kadınlara rast­lanmaktadır. Buna karşılık, çok daha ender olmak üzere, çift meme başlı kadınlar da görülmüştür. Meme başının yüzeyi düz değildir. Birtakım küçük olukçuklar ve gene küçük delikler bulunur. Bunlar süt taşıyan boruların dı­şarı ağızlattıkları yerlerdir. Her meme başında delikler­den 10-20 tane kadar bulunur. Sonuç olarak memenin ya­pısında, üstünü örten deri, süt meydana getiren meme bez­leri, bunların dışa ağızlaşmasını sağlayan süt boruları ve gene meme bezlerini saran yağ dokusu vardır.

Erkeklik ve Dişilik Üreme Hormonları

ÜREME HORMONLARI

Kuşakların varlığını ve sürekliliğini sağlayan üreme organlarının her iki cinste, ayrı karakter ve yapıda bu­lunduğunu görmüştük. Hormon adını verdiğimiz ve ayrın­tılı olarak anlatacağımız bazı maddeler de cinsel fonksi­yonlarda büyük rol oynamaktadır. Erkeklik ve dişilik hormanları, etkilerini gösterdikleri organlarda parçalanır. Bir kısmı da metabolizma olaylarına katılır ve kimyasal yapıları değişerek idrar, dışkı, tükürük ve öteki salgılarla dışarı atılır.
Hormonun bulunuşu, daha doğru bir deyimle cinsel hormonun bulunuşu 19. yüzyılın ortalarına rastlar ve kay­nağını şu gözlemden almıştır: Bir horoz iğdiş edildiğinde, onun horoz olmasını belirleyen özellikler geriler. Aynı iş­lem genç bir hayvanda uygulandığında, bu özelliklerin ge­lişmediği görülür. Çıkarılan testisler aynı hayvanın bir başka yerine yerleştirilirse, o zaman genellikle iğdiş edilmenin doğurduğu olayların ortaya çıkmadığı görülür. Bu deneyi ancak bir şekilde açıklamak mümkündür. O da testislerin hayvana erkeklik karakterini veren bazı mad­deler yaptığını kabul etmektir.

Kadındaki Bartholin bezi mikroskop altında incelendi­ğinde, birbirine sıkıca bağlanmış birçok hücre dikkati çe­ker. Bu hücrelerin içinde ilginç bir olay süregelmektedir. Başlangıçta yalnızca küçük bir damla şeklinde olan akıcı bir sıvı meydana gelir. Hücrenin çeşitli kısımlarında ya­pılan damlalar daha büyük bir damla halinde birleşir ve küçük kanallara itilir. Bu küçük kanallar da bir araya ge­lerek daha büyük kanallar yapar ve bunlar meydana gelen sıvıyı vagina mukozasının yüzeyine getirir. Benzer yapıda daha başka bezler de vardır. Örneğin vücutta birtakım bezler deri yüzeyine gelen teri, başka bazı bezler de ağız ve diş mukozalarından salgılanan tükürüğü, vb. yapmak­tadır.
Buna karşılık, içerisinde yapılan maddeyi boşaltabi­lecek kanalları olmayan bezler de vardır. Bunlar salgıları­nı doğrudan doğruya kana akıtır. Böylece organizmada iki bez grubu ayrılmaktadır: Bir yandan boşaltıcı yolları olan ve sıvılarını deri, mukozalar, vb… gibi vücudun çe­şitli kısımlarının yüzeyine salgılayanlar; öte yandan, sal­gılarını doğrudan doğruya kana boşaltanlar. Birincilere dtş salgı besleri, ikincilereyse iç salgı bezleri adı verilir.
İşte iç salgı bezleri tarafından doğrudan doğruya kana dökülen salgılar hormon adı altında tanınmaktadır. Bunlar kan aracılığıyla etki alanlarına kadar götürülür. Böylelikle organizma hormonlar tarafından yönetilmiş olmaktadır. Hormonların bir kısmı ya da tümü eksik ol­duğunda ya da tersine aşırı derecede yapıldığında önemli hastalıklar ortaya çıkmakta, hatta öldürücü sonuçlar bi­le görülmektedir. îç salgı bezleri yalnız fiziksel olaylar için değil, aynı zamanda ruhsal hayat için de gereklidir. Bir yaratığın mizacını, enerjik ya da durgun, öfkeli ya da soğukkanlı oluşunu belirleyen gene hormonlardır.

Cinsel bezler dendiğinde akla erkekte testislerin, ka­dın da yumurtalıkların geldiğini biliyoruz. Ama, insanın cinsel fonksiyonlarmı büyük ölçüde etkileyen daha baş­ka bezler de vardır. Yumurtalık ve testis, karma fonksiyo­nu olan bezlerdir. Her ikisi de kana verdikleri hormon­ların yanı sıra üreme hücrelerini, yani spermatozoid ve yu­murtacığı da yapar. Testislerin içinde, spermatozoidlerin yapıldığı dolambaçlı küçük kanalların arasında, gene ba­zı küçük hücre adacıkları vardır. Bunlar, şimdilik «erkek cinsel hormonu» adını vereceğimiz bir hormon meydana getirir. Buna benzer bir olay da yumurtalıklarda süre­gelmektedir. Yumurtacıklar Graaf f olikülünde gelişmekte ama, bu folikülün çeperi aynı zamanda «dişi cinsel hormo­nu» nu da yapmaktadır.
Erkek ve dişi cinsel hormonları bulûğ çağını belirle­yen ilk ve en önemli faktörlerdir. Erkeklik organının ve testislerin gelişmesinin sağlanması erkek cinsel hormonu aracılığıyla olur. Gene belirli bir çağdan sonra erkekte se­sin kalınlaşması, önce üretim organları çevresinin, koltuk altının ve sonradan da yüzün, göğüslerin, kol ve bacakla­rın kıllanması, erkeklik hormonunun organizmadaki etki­si sonucudur. Kadında da cinsel organların olgunlaşması, sonra bu bölgelerin ve koltuk altının kıllanması, göğüsle­rin büyümesi, kadının belirli vücut kısımlarının yuvarlak­laşması ve bulûğ çağından başlamak üzere âdet devrele­rinin oluşu da gene dişi cinsel hormonunun varlığıyla ilgi­lidir.
Erkekle kadın arasındaki fiziksel ayrılıklar, önem sı­rasına göre çeşitli gruplara ayrılmıştır. Her şeyden önce, erkekte penis, torbalar, testisler, prostat vb., kadındaysa rahim, vagina, bızır, dudaklar ve yumurtalıklar olmak üzere iç ve dış cinsel organlar arasındaki farklılık ortadadır. Bunlar kadınla erkeği birbirinden ayıran en belir­li özellikler olup «birincil seks karakterleri» adını alır. Buna karşılık, görevi doğrudan doğruya cinsel ilişkiler ve çoğalma olmayan, yani kelimenin tam anlamıyla cinsel or­gan sayılmayan ama, kişisel cinsiyetin özelliklerini ye­ren bazı organlar vardır. Aneak cinsel hormonların çalış­malarıyla olgunluğa erişebilen bu oluşumlara da «ikincil seks karakterleri» denmektedir. Eğer hormon faaliyeti olmazsa, örneğin bîr erkek çocuk herhangi bir nedenle gençken iğdiş edilirse, ikincil seks karakterleri hiçbir za­man oluşamaz. Üreme hormonları’ yalnız ikincil değil, bi­rincil seks karakterleri üzerine de etkili olmaktadır. Bu konuya ileride yeniden döneceğiz.
Testisler ve yumurtalıklar çocuğun doğumuyla birlik­te vücutta vardır. Ama, bu organlar ancak bulûğ çağında hormon salgılamaya başlar, işte belirli bir yaştan sonra yumurtacık ve spermatozoid, ya da dış salgı ve hormonlar, ya da iç salgı yapılmaya başlanması,, test is ve yumurtalık üzerinde etkili olan bir başka iç salgı bezinin çalışmasına dayanmaktadır. Bu da hipofiz bezidir. Kafanın içinde ve tam ortada bulunan, beyne yapışık durumdaki bu bezin boyutları bir kirazmkiler kadardır. Bugüne kadar, hipo­fiz tarafından yapılıp kana verilen 20′den çok mad­de bilinmektedir. Belki de, bilmediğimiz daha başkaları da vardır. Burada, hipofiz bezinin salgıladığı hormonlar içinde yalnız testisler ve yumurtalıklar üzerine etki ya­panları inceleyeceğiz.

Hayvanlar üzerinde şimdiye kadar uygulanmış olan çok sayıda deney, bulûğ çağından önce hipofiz çıkarıldı­ğında yumurtalıkların ve testislerin, bulûğ başlatan ve ikincil seks karakterlerini ortaya çıkaran hormonları yapmadiğini göstermiştir. Ama, eğer bu hormon daha bulûğ çağma erişmemiş hayvanlara şırınga edilirse, yumurta­lıklar ve testisler hemen hormon yapmaya başlar ve ol­gunlaşır. Çocuklardaki çok erken bir fiziksel ve ruhsal olgunluk, hipofiz bezinin normal dışı ve ölçüsüz çalışma­sının belirtisi olabilir.
Erkekteki üreme bezlerinin erkeklik hormonu, kadı­nın üreme bezlerinin de dişilik hormonu yaptığını söyls-miştik. Buna karşılık hipofiz hormonu erkekte ve kadın­da birbirine benzerlik gösterir. Şimdiye kadar yapılan de­neylerin ve alınan sonuçların ışığı altında, özellikle erkek ya da dişi bir hipofiz hormonu olmadığı kabul edilmekte­dir. Ama, bu hormon yumurtalıkları ve testisleri, özellikle erkek ya da özellikle dişi hormonlar yapmak üzere uya­rır ve böylece cinsel olgunluk olayını dolaylı bir şekilde başlatmış olur. Eğer genç bir çocuğun bulûğdan önce tes­tisleri çıkarılacak olursa, organizmada sağlam bir hipo­fiz olmasına rağmen bulûğ gecikecektir. Bunun yanı sıra eğer bulûğdan önce hipofiz hasta ya da çalışamayacak durumdaysa, testisler ya da genç kızda yumurtalıklar ne ka­dar sağlam olursa olsun cinsel hormon yapamayacak ve gene bulûğ engellenecektir.
Cinsel organları içine alan sistemin bütün fonksiyon­ları belirli kas kasılmalarıyla yakın ilişkidedir. Kasılma ve genişleme şeklinde olan bu kas çalışması sinirler tara­fından yürütülür. Öte yandan sinirlerin işe karışması da, erkek ya da dişi cinsel hormonlarının varlığına dayanır. Hormonların yapılabilmesi de ancak hipofizin, cinsel faa­liyetin oluşunda bir orkestra şefi rolünü oynamasıyla mümkündür. Ama, hipofiz de ayrıca beynin çalışmasıyla yakından ilgili ve en son olarak bilincin etkisi altında olan bir bezdir. Sonuç olarak görülüyor ki organizma içinde süregelen olaylar hiçbir zaman kendi başına olmayıp bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır ve biri bozuldu­ğunda, aradan çekildiğinde süreklilik ortadan kalkmakta­dır.

Kadında Cinsel Fonksiyonlar

Kadının başlıca üreme bezi olan yumurtalıkların da tes­tis gibi 2 türlü fonksiyonu vardır. Yumurtalık bir yandan yumurtacığı meydana getirip olgunlaştırarak kuşağın sü­rekliliğini sağlar, öte yandan ise cinsel hormonları hazır­layan ve kana veren bir iç salgı organı görevini üzerine almıştır. Kadında cinsel hormonlar 2 çeşittir. Bunlardan birisi ana cinsel hormondur. Vücutça ve ruhça dişilik ka­rakterlerini sağlar. İkincil seks karakterlerinin gelişme­sinde yardımcı olur. Yumurtalıkları çıkarılan hayvanlar­da rahmin küçüldüğü, cinsel faaliyetin durduğu ve vü­cudun yağ bağladığı görülür. Hayvana yumurtalık parçaları aşılanır ya da yumurtalık hormonu verilirse bütün bu belirtiler kaybolur.
Yumurtalık ikinci bir hormon daha salgılar. Her ay yumurtacığın yumurtalıktan ayrılmasıyla onun yerinde bir sarı cisim oluşur. Bu sarı cisimden de gebeliğin sürek­li olmasını sağlayan bir hormon salgılanmaktadır.
Yumurtalıkların hormonal fonksiyonları, bunlar çı­karıldıktan sonra görülen özel bazı belirtilerle anlaşılır. Birçok deney hayvanı ve gene çeşitli nedenlerle insan­larda yapılan yumurtalıkları çıkarma, kısırlaştırma ameli­yatlarından alınan sonuçlar, erkeklerde yapılan kısırlaştır­maya benzerlik gösterir. Böyle durumlarda dişi deney hay­vanlarında da üreme organları, ikincil seks karakterleri geriler. Yavru hayvanlarda ve kız çocuklarında yapılan ameliyatlardan sonra rahmin ve vaginanm gelişemediği, memelerin büyümediği, koltuk altı ve kasıktaki kıllanmanın azaldığı, leğen kemiğinin kadınlara özgü bir şekilde genişlemediği, âdetlerin başlamadığı görülür. Bunlarda cinsel iştah zayıftır ve haremağalarmda olduğu gibi ke­miklerde aşırı derecede uzama olmaktadır. Bu nedenle kız­lar ince uzun tipte ve yapılıştadır. Yavru yapma yetenek­leri yoktur ve tamamen kısırdırlar. Bunlara hormon yoklu­ğunu giderme amacıyla yapılan hormon nakilleri belirli bir zaman için etkisini gösterir. Böylece kısa zamanda cinsel istek düzene girmekte ama, yerleştirilen yumurta­lığın bozulup dejenere olmasıyla gene eski durum ortaya çıkmaktadır.
Hadım edilmiş erkek deney hayvanlarına yapılan yu­murtalık nakillerinde dişiliğe özgü belirtiler meydana ge­lir. Örneğin erkek kobaylarda memelerin geliştiği, yağ­lanma olduğu, ruhsal yönden de tıpkı dişiler gibi yavrularına baktıkları görülür. Horozlarda ibik ve kulak altın­daki oluşumlar küçülür, kuyruk tüyleri dökülür, tüyler parlaklığını kaybeder ve gene horozların ötmesi kesilir.
Yumurtalık hormonlarının ya da bunların salgılanma­sını uyararı hipofiz bezi hormonlarının yetersiz olduğu bazı hastalıklar vardır. Bu gibi durumlar genç yaşlarda olursa üreme organları büyümez, göğüsler küçülür kalır, koltuk altı ve kasıkta kıllanma olmaz. Gene bu hastalar­da kalçalar dardır ve âdetler belirli yaşa gelindiği halde başlamamıştır. Bunlarda çocuk yapma yeteneği yoktur ve sonuç olarak ortaya uzun kol ve bacaklı, zayıf yapılı genç kızlar çıkar.
Gelişmiş insanlarda yumurtalığın yeterli çalışmaması ise âdetlerin düzenini kaybetmesi ve arada sırada olmama­sı şeklinde kendini belli eder.
Bir de tam tersine, yumurtalığın aşırı çalışması du­rumları vardır. Buna daha çok bazı yumurtalık urları ve kistlerinde rastlanır. Burada aşırı çalışma adı altında hor­monların zamanından önce çok miktarda salgılanarak ka­na verilmeye başlanmasıyla birlikte olan bir erken olgun­laşma tablosu söz konusudur. Cinsel organların erken­den olgunlaştığı, rahmin genişlediği, memelerin büyü­düğü görülür. Gene koltuk altı ve kasık bölgelerindeki kıl­lar zamansız olarak artar. Uzun kemikler çabuk kireçlen­diğinden boy kısa kalır. Çocuk küçük yaşta olgun bir ka­dın şeklini alır. Âdetler çabuk başlar ve cinsel istek çok­tur. Bu nedenle anormal gebeliklere bile rastlamak müm­kündür. Yumurtalık faaliyetinin aşırı olduğu 6,5 yaşın­da bir çocukta gebelik görüldüğü bildirilmektedir.

Yumurtalık hormonu,Folikulin

Yumurtacığın olgunlaşmasıyla yumurtalıkta bazı değişimler ortaya çıkar. Yumurtacığın çevresi küçük bir kabarcık yapacak şekilde sıvılaşır. Bu sıvı yumurta­lık hormonundan başka bir şey değildir. Bu, damarlar ara­cılığıyla emilir ve kana boşaltılır. Bu hormonun kana ge­lişi, yumurtalıkta bir yumurtacığın olgunlaştığını ve ka­dının gebe kalmak için hazır ve elverişli durumda oldu­ğunu organizmaya bildirir. Bütün organları bu büyük olay için güçlendirmeye çalışır.

Yumurtalık hormonunun vücuduna yaptığı etki kadının gözünden kaçmaz. Bazan deri değişiklikleri görülür. Fizik ve moral yönden dayanık­lılık, kararsız hale gelir. Mizaç dalgalıdır ve özellikle cin­sel içgüdü şiddetlenmiştir. Erkeğin cinsel hayatı her gün ve her çağda aynıdır. Buna karşılık kadının cinsel içgü­düsü âdet zamanları ve âdetin 4 dönemine göre değişiklik gösterir. Aynı şekilde cinsel istek, döllenme ve kadının bütün morali aybaşı devrelerinin ritmiyle birlikte dal­galanır.
Yumurtalık hormonundan en çok etkilenen organ ra­himdir. Hormonun kanda yükselişi ona bir yumurtacığın kendisine erişmekte olduğunu bildirir. Bir başka deyimle hormon, ortaya yerleşecek olan yumurtacığa bir yuva yap­ması için rahmi etkilemektedir. Rahim de uysal bir şe­kilde küçük yumurtacığa iyi bir karşılama yapmak üze­re hazırlanır. Kan damarları çoğalır, mukoza kırmızım­sı ve şişkin bir hale gelir.Yumurtalık hormonu-Folikulin
Rahmin içinde bulunan salgı bezleri hacimlerini artırır ve yumurtacığa ilk ana sütü yerine geçecek olan bir besleyici özsuyu salgılamaya baş­lar.
Eğer rahme gelen yumurtacık döllenmişse,. kendine ayrılmış bir yatak bularak yuvasını kurar. Döllenmediğin­de bu işi başaramaz ve rahimdeki tohumlama tabakasıyla birlikte ölür. Rahmin kanla ve besleyici özsuyuyla dolu olan mukozası da eriyerek ölen yumurtacıkla birlikte dı­şarıya dökülür. İşte bu akış âdet kanamasıdır.
Bulûğla başlayan ve belirli zamanlarda tekrarlamak üzere âdet kesilmesine kadar görülen aybaşı kanamasının değişebilen bir süresi vardır. Bu değişmelerin soyaçekim ile ilgili bazı faktörler nedeniyle olduğu kabul edilmek­tedir. 2 ile 7 gün süren âdet kanamasını klasik olarak nor­mal saymak gerekir. Şüphesiz ki bu en az ve en çok sayı­lan sınırları aşan ve gene de normal olarak kabul edilme­si gereken vakalar vardır. Ama, eğer kanama 1 günden az ve 7 günden çok sürerse, her şeye rağmen bir kadın hastalıkları hekimine başvurmak iyi olur.

Sağlıklı bir kadında bütün âdet görme süresince alıan kanın miktarı 50 ile 150 gram arasında değişir. Ama, kadınların % 50 sinde bu miktar ortalama 50 gram ka­dardır. İlk gün az olarak başlayan kanama, âdetin ikinci ve üçüncü günleri çoğalır ve sonra yavaş yavaş azalarak durur. Normal âdet kanaması olan bir kadın kanama mik­tarını «2 ya da 3 bez kirletiyorum» şeklinde anlatır.
Âdet kanı normal kanla aynı yapıda değildir. Kanla ve yapış yapış, sümüksü bir maddeyle karışık bir sıvıdır. Damarlarda dolaşan kandan daha koyu renktedir. Âdet ka­nı aynı zamanda pıhtılaşmayan bir sıvıdır. Daha doğru­su rahim boşluğunda toplanan kan önce pıhtılaşır ama, rahimden salgılanan bir maddenin etkisiyle gene eritilir.
İşte bu nedenle âdet kanı dışarıda pıhtılaşamamaktadır. Ancak şiddetli kanamalarda bu durum, zamanın kısalığı yönünden gerçekleşemediğinden âdet kanıyla birlikte pıh­tılar da çıkabilir.

Genellikle iki âdet görme arasındaki zaman, yani bir âdetin başından daha sonraki âdetin başına kadar geçen süre ortalama 28 gündür. Aynı kadında bile birkaç gün­lük değişmeler normal kabul edilir. Ama, 21 ile 35 gün­lük süreleri normalin sınırları olarak kabul etmek gere­kir. Bazı kadınlar şaşmaz bir şekilde âdet görür ve âdet­lerinin başlangıcını günü gününe hesaplar. Bir haftadan çok süren ara kaymalarında bir kadın hastalıkları heki­minin kontrolundan geçmek yararlıdır. Sonuç olarak kısa­ca özetlemek gerekirse âdet kanı, döllenmiş bir yumurtacı­ğı karşılama şansına erişmemiş olan bir rahim mukozasın­daki erimenin son gösterisidir.

Birçok kadının birbirine ya da kendisine sıklıkla sor­duğu bir soru vardır:
Âdet kanı zehirli midir? Âdet gö­ren bir kadının ne meyva ne de çiçeklerle uğraşması doğru değildir şeklindeki yaygın fikir tam olarak dayanaktan yoksun değildir. Âdetler sırasında kanda, terde ve soluk­ta menotoksin adı verilen bir zehirli madde bulunur. Bu madde çiçekler ve meyvalara gerçekten zararlıdır. Ama, bu durum kadınların hepsinde aynı değildir. Bu zehirden’ zararsız denecek kadar az miktarda çıkartan kadınlar da vardır. Kadının bizzat kendisi, âdet gördüğü sırada bo­şalttığı maddelerin zehirli olup olmadığını öğrenmelidir.
Çamaşır değiştirme ve âdet görme sırasında alınan sağlık tedbirleri üzerinde de önemle durmak gerekir. Âdet süresince kadın kendine normalden daha çok bakmalıdır. Talk ve başka maddeler kullanmalıdır. Âdetler sırasında ve hemen sonra çamaşır değiştirmenin zararlı olduğu şeklindeki yaygın fikir son derece saçmadır. Yeni çama­şır eğer çok soğuksa, bazan bitmeye yüz tutan âdetleri refleks yoluyla yeniden canlandırabilir. Ama, böyle durum­larda bile hayal gücü soğuk çamaşırın etkisinden çok daha fazladır.

Âdetler süresince yaşama şeklinin de önemi vardır. Eski zamanda kadınlar âdet zamanlarında nazlı olurdu. Oysa bugün için tam tersine ölçülü davranmamakta ve kendisini kollamayı aşırı derecede ihmal etmektedir. Sağ­lıklı bir kadının bütün kanama süresince yatağa bağlan­ması gerekmez ama, özellikle ilk günlerde, biraz kendine bakması doğru olur. Erkekle her yönden eşit olmaya çalı­şan bugünün genç kadını örneğin danslı çaya gitmekten ya da bisiklete binmekten kendini alamamaktadır.

Kadın için 3 doğurma ya da kurtulma zamanı vardır. Bunlardan biri boş bir yumurtacığın doğumu olan âdet kanaması, ikincisi tam gelişmemiş bir çocuğun doğumu olan düşük, üçüncüsüyse gerçek bir doğumdur. Bu 3 çe­şit olay sırasındaki bakımın azlığı kadar kadının tazeliği­ne zarar verici bir başka şey düşünülemez. Çalışan bir ka­dının mesleği âdet zamanlarında gerekli bakıma zaman ayırmasına engel olabilir. Bu can sıkıcı ve belki de ka­çınılmaz bir durumdur. Bununla birlikte âdet zamanla­rında yalnızca eğlencesi için vücudunu yoran bir kadın en azından akılsızca hareket etmiş olur. Bunun cezasını yıllarca çekeceğini bilmelidir. Buna karşılık kendine bakan kadın ise genç ve güzel kalmak için en iyi çareyi kullanmıştır ve en pahalı güzelleşme araçlarından bile vaz geçse yeridir.

Adet Kanamasının Azlığı ve Çokluğu

Adet Kanamasının Azlığı - Anor­mal derecede az âdet kanaması her zaman bir hormon ya da fonksiyon bozukluğunun varlığıyla ilgili değildir. Az âdet görmesine, rağmen birçok kadında yumurtalıkların çoğaltma ve besleme fonksiyonları normal olarak çalışır.
Ama, bir kısım az âdet görme vakaları hastalık nite­liğini taşır, örneğin rahmin iyi gelişememesi, yıllar sü­ren iltihaplar, sinir sistemi bozuklukları, yumurtalık ye­tersizliği, yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi yapılmış olan rahmi yıpratıcı kürtajlar ve iç salgı bozuklukları birer neden olarak ortaya çıkabilir.
Âdet kanamasının çokluğu — Nor­mal bir âdet kanamasının şiddetini belirleyen, her şeyden önce rahim kaslarının kasılmasıdır. Buna karşılık kana­manın uzun sürmesi, atılan kısmın yerinde açılmış olan yara yüzeyinin kapanmasıyla ilgilidir. Rahim kasların­dan kaynağını alan urlara miyom adı verilir. Bunlar ra­him kaslarının kasılmasına engel olarak şiddetli kanama­lara sebep olur. Genel olarak zayıf bir bünyenin gösterisi olarak rahim kasları da zayıftır ve bu da bir şiddetli ka­nama doğurabilir. Ayrıca gene nedenler arasında rahim kasma kadar girmiş iltihapları ve rahmin kan dolaşı­mındaki bozuklukları sayabiliriz.

Adet Temposundaki Bozukluklar

Âdet temposundaki bozukluklar
Bu grupta, âdetin karakterinde değişme yoktur. An­cak âdetler arasındaki aralar kısalmış ya da uzamıştır. En kısa ara 17 gün olabilir ve eğer kanamaların arası 8 haftayı aşarsa, o zaman bir âdet yokluğundan söz etmek gerekir.
Âdet tempo bozukluklarının nedeni yumurtalık ye­tersizliğidir. Herhangi bir görünür nedeni bulunmayan ve genellikle 20 yaşlarından önce ve 40 yaşlarından sonra görülen yumurtalık yetersizlikleri vardır. Böylece olgun­luğun başında olduğu kadar sonunda da regller düzensiz olur; özellikle ertelenmiş, gecikmiştir. Bunun yanı sıra kanamayı geciktiren birçok neden vardır. Yaşama şekli, ağır beden çalışmaları, kötü hayat şartları, beslenme bo­zuklukları, vitamin eksikliği, iklim değiştirme, korku, heyecan gibi ruhsal faktörler ve bazı akıl hastalıkları da âdet temposu üzerine etkili olabilir. Seyahatler, deniz kı­yısına gitme ya da deniz kıyısından ayrılma, ovadan da­ğa ya da yazlıktan şehre geçme, rejim değiştirme, soğuk banyolar, spor çalışmaları ve özellikle gebe kalma korku ya da şüphesi gene tempoda bozukluk yapan faktörler arasında sayılmalıdır.
Sıklıkla şehre gelen genç kızlar âdetlerini kaybet­mektedir. Ruhsal faktörler incelenirken bu konuya yeni­den dönülecektir. Bütün bunlardan başka gene verem, ağır bulaşıcı hastalıklar, şişmanlık, ağır kansızlıklar ve bedeni eritici hastalıklarda da âdet temposunun bozul­duğu görülür.

Güç Adet Görme

Âdet kanaması sı­rasında hiçbir şikâyeti bulunmayan pek az kadın vardır. Pek çoğu az ya da çok rahatsızlık duyar. Hatta öyle ki halk dilinde âdet zamanı hastalık diye açıklanagelmiştir. Tamamen bir hastalık olabilecek tablolar bir yana bıra­kılırsa, âdet kanamasının başlangıcında ve âdet süresince ona eşlik eden birtakım belirtiler vardır.

Bazı kadınlar bu fiziksel ya da ruhsal belirtilerden âdet zamanlarının yaklaştığını anlar. Bunlar arasında karında çekilir gibi bir sıkıntı, yorgunluk, gözlerin üstünde ağırlık hissi, beldo ve kasıkta hafif ağrılar, sık sık idrara çıkma, bulantı, ishal ya da kabızlık, sinirlilik, hafif duygululuk ve hafıza bozuklukları, yüz hatlarında çökmeler, gözlerin altında mor halka belirmesi, göğüslerde ağrılı dolgunluk hissi, bazan yüzde sivilceler, tiroid bezinin hafif şişmesi vb. gi­bi çeşitli belirtiler kadınların hemen pek çoğunda görülür. Şikâyetler bazan daha da ileri gidebilir ve ortaya kol ve bacaklara kadar yayılan çok şiddetli ağrılar, kus­malar, yarım baş ağrıları, fenalaşmalar, bitkinlik ya da taşkınlıklar çıkabilir. O zaman gerçek bir âdet zamanı bozukluğuyla karşı karşıya olunduğu anlaşılır.
guc adet gorme
Bazan bu şikâyetlerin nedeni yalnızca fizikseldir. Ör­neğin genç kızlarda rahmin kas lifleri daha tam geliş­memiş olup katı ve serttir. Bunlar aralıklı olarak kasılabilir ve böylece şiddetli ağrılara yol açarlar. Aynı şekil­de rahmin dönük oluşu da âdet zamanı bozukluklarını doğuran bir etken olabilir. Böyle şikâyetleri olan bir genç kız uzun süre bu ağrıları çekmemeli ve kendini bir ka­dın hastalıkları hekimine göstermelidir.

Bu gibi durumlarda ağrı en ön planda geldiğinden, genellikle güç âdet görme, sancılı âdet görme şeklinde tanımlanır. Sonuç olarak âdet kanaması kadınların ancak üçte birinde ağrısız olmakta, geri kalanlarında ise ki­şinin yapısı ve ruhsal durumuyla ilgili olarak en hafifin­den en ağırına kadar varan, hatta ilâç tedavisiyle dur-durulamayıp ameliyatı gerektiren sancılı âdetler görül­mektedir.
Bütün bunlardan başka bir de, âdet kanamasından bir hafta kadar önce başlayan ve gittikçe artmak üzere baş ağrısı, yüzde ve ayaklarda şişmeler, sinirlilik, göğüsler­de ağrı, karında gurultu, bütün leğeni kaplayan ağırlık, dolgunluk hissi gibi belirtiler yapan bir hastalık vardır. Sancılı âdet görmenin tersine burada bütün şikâyetler âdet kanamasının başlamasıyla hafifler.

En yeni bilimsel araştırmalar, âdetin hormonal bo­zukluklarının büyük kısmını ruhsal kaynaklı olarak nite­lendirmek gerektiğini göstermiştir. Ama, bu ilişkinin na­sıl kurulduğunu daha henüz kesin olarak bilmiyoruz. Ki­şisel bazı özelliklerin önemli rol oynadığı bir gerçektir.
Bilindiği gibi korku, büyük heyecanlar, sürekli üzün­tü, derin ruhsal çatışma gibi olaylar, çeşitli organlar üze­rine etki yaparak fonksiyon bozukluklarına sebep olabi­lir. Örneğin sinirleri bozuk bir insanda pekâlâ ülseri an­dıran bir mide rahatsızlığı görülebilir. Ya da gene sinir bozukluğu, sanki bir kalp hastalığıymış gibi çarpıntı ya­pabilir.

Bu tip fonksiyon bozuklukları üreme organlarına da yansımakta ve özellikle çeşitli âdet değişikliklerini do­ğurmaktadır.
Savaşlar, orta derecede yatkın kişilerin her zaman karşıkoyamadıkları yorgunluklar ve aşırı yükler doğu­rur. Savaşlar sırasında amenorelerin önemli derecede ar­tış göstermesi bu yüzdendir. Böylece ortaya «savaş amenoresi», «toplama kampı amenoresi», «tutsaklık amenoresi» vb. gibi deyimler çıkmıştır. Buna karşılık günü­müzde amenore daha ender olarak gözükmektedir. Belki de amenorenin sıklığı politik, ekonomik ve sosyal durum­daki değişiklikleri belirten iyi bir barometre olabilir.

Demek ki normal şartlarda amenoreden şikâyet eden kadınlar genellikle kişisel dünyalarının en küçük bir bo­zukluğundan ya da yaşantılarında en basit bir değişiklik­ten derin bir şekilde etkilenir. Böyleleri için örneğin pan­siyon hayatı, yatılı koleje girme, bir tatil kampına gitme gibi küçük bir değişiklik amenore ortaya çıkmasına yete­cektir. Sebep meslekle de iligili olabilir. Herhangi bir işe girdiğinde âdetleri bozulan ve işine tam olarak alıştığın­da yeniden düzelen çok kadın vardır.
Sebep olan durumun kadını doğrudan doğruya ilgi­lendirmediği ama, gene de amenorenin meydana geldiği bir vaka anlatalım: Bir kadın son derece normal sosyal şart­larda yaşamaktadır.

Hiçbir kişisel sorunu ya da kuşkusu yoktur. Komşu dairede iki yaşlı ve bekâr kız kardeş otur­maktadır. Aralarında her gün şiddetli çatışmalar olmak­ta, daireden bağırıp çağırmalar,, gürültüler gelmekte ve kırılan tabak sesleri duyulmaktadır. Genç kadında ame­nore şikâyeti vardır. Bir başka apartman katma taşın­dıktan hemen sonra amenorenin kendi kendine, hiçbir te­daviye başvurmadan ortadan kalktığı görülür.
Bununla birlikte, her zaman için adetlerdeki düzenli­liğin, bunu bozan olayın kaybolmasından sonra he­men başlaması şart değildir. Bozukluklar yıllarca, hat­ta biraz sonra vereceğimiz örnekte olduğu gibi bir ömür boyu sürebilir. Bu örnekte 34 yaşında bir kadın söz konu­sudur. Normal bir sosyal durumu vardır ve ne kişisel yönden, ne de meslek yönünden en küçük bir sıkıntısı yoktur. 1953 yılının mayıs ayında genç kızken birisi tarafın­dan kirletilir. O zamana kadar normal olan âdetleri bo­zulur ve amenore şikâyeti başlar. Kadın artık yalnız yıl­da bir kere ve o da her yılın mayıs ayında olmak üzere 5 gün süreyle âdet görmektedir. Hiçbir tedaviyle bu bozuk­luğu düzeltmek mümkün olamaz. Burada, her yıl mayıs ayında meydana getirici sebebi yansıtması yönünden has­talığın gelişme şekli çok ilginçtir.

Yalancı Gebelik Nedir?

Yalancı Gebelik nedir?
Eskiden beri ruhsal kaynaklı olarak bilinen bir ame­nore şekli daha vardır. O da yalancı gebeliktir. Eski ki­taplarda 8 ay süren ve hatta karnın büyümesi de birlikte olmak üzere gebeliğin bütün belirtilerini gösteren bir amenore şekli olarak tanımlanmıştır. Genellikle yalancı gebeliğe çocuğu olmasını isteyen kadınlarda rastlanmış­tır. Günümüzde artık kadın bunun gerçek bir gebelik ola­mayacağını anlayacak bilince erişmiştir ve bu yüzden böy­le vakalara sıklıkla rastlanmamaktadır. Ama, yalancı ge­beliğin hafiflemiş bir şekli, özellikle tecrübesiz bazı genç kızlarda bile görülür. Burada gebe kalma korkusundan doğan bir amenore söz konusudur. Âdetler 2-3 hafta ka­dar gecikir ve sonradan düzenli olarak gene ortaya çıkar.
Âdet zamanı bozukluklarının çoğu ruhsal kaynaklı­dır demiştik. Bu nedenle hekimin iyi bir psikoloji bilgisi­ne sahip olması gerekir. Örneğin genç kızda ağrıları var­dır, çünkü rahim kasılmış, kan damarları normal olarak çalışmıyor ve kız gerçek bir baş ağrısından şikâyet edi­yordur. Ama, ağrının kaynağı, normalde zararsız olan rah­min dönüklüğü, rahmin kanalının darlığı ya da kansız kal­ması değildir. Gerçek neden üreme organlarından uzak­tadır.
yalanci-gebelik
Burada nedeni ruhsal hayatta, alışkanlıklarda ve fi­kirlerde ya da genç kızın cinsel tutumunda aramak gere­kir. Genç kızlar sıklıkla kadındaki üreme fonksiyonlarını yanlış anlamaktadır. Buna sebep gene yanlış cinsel eği­timdir. Bu yüzden genç kız kendini âdet kanamasıyla kir­lenmiş, «pis» olarak görür. Gururu kırılmış ve sanki gün­lük görevlerini yerine getiremeyen biri gibidir. Bakire ru­hu, iğrenç bulduğu bu âdet kanamaları karşısında başkaldırır. Ortaya ağrılar hatta bayılmalar çıkar. Bunlar şüp­helenilen gerçekten kaçma çabasından başka bir şey de­ğildir. Genç kıza, âdetler süresince kadının «hasta» oldu­ğu söylenerek yanlış bilgi verilmiştir. Bir çocuk için has­talık ve ağrılar birlikte gider. Eğer birkaç yıl sonra, ilk âdet görme onda gerçek bir ağrı doğurursa, artık bunla­rın «rahatsızlık günleri»nin normal sonucu olduğuna ina­nır. Bu fikirden genç kızı vaz geçirmek çok güçtür. Bazan çevredekiler genç kızda gerçek bir hastalık kompleksi ya­ratma budalalığını gösterir. îlk âdet kanaması ağrılarıyla ilgili olarak anne kızma: «Sen çok darsın» ya da «kan iyi geçemiyor», hatta «tıpkı Ayşe’de olduğu gibi, o da evlenene kadar çekti» diyecektir. Bunları söylerken an­ne ne yazık ki bulûğ çağına gelmiş genç kızda, ileride ola­bilecek bozukluklarla ilgili şüphelerin ne kötü etki yapa­bileceğini düşünemez.
Kadınlarda birtakım tavırlar takınmak, kendini de­ğerli göstermek de âdet görme bozukluklarının nedenle­rinden biridir. Güzel, neşeli ve pohpohlanan genç kızların hemen çoğunda âdet görme sırasında böyle birtakım şi­kâyetlerin olmadığı görülür. Buna karşılık bozukluklar sıklıkla çehre züğürdü, yüzüstü bırakılmış ve hırçın olan­larda ortaya çıkar. Çirkin bir kızın, başarıdan başarıya koşan güzel kardeşini kıskanması ve aynı şekilde sevgi,ilgi görmek isteğiyle yanıp tutuşması son derece olağan­dır. Genç kızı bu tutumu yüzünden kınamak doğru değil­dir. Bilinçsiz olarak ya da tam farkında olmadan, kendi­ni gösterebilmek için âdet zamanlarından yararlanır. Kramplar ve fenalaşmalar yüzünden yatağa yatması ge­rekir. Hekim gelerek genç kıza «iğne ve ilâçlar verilmesi gerektiğini» söyler. Bu tedavi onu bir güzellik yarışması­nı kazanmış kadar mutlu kılar. Çünkü «hastalığı» ve bu­nun gerektirdiği bakımla, elde edemediği başarıların ve sevincin karşılığı ödenmektedir.
Kendine değer verilme zevkini tatmamış olmanın ya­nı sıra, kadında böyle sembolik hastalıkları başlatan baş­ka kaynaklar da vardır. Örneğin ailede duygu ve düşün­ce ayrılıkları, zorla kabul ettirilmiş bir meslek hayatı, doymamış cinsel istek ve hepsinin üstünde dişiliğinin ka­bul edilmemiş olması kadında bu gibi bozuklukların orta­ya çıkışını hazırlar.
Bu tip bozuklukların en iyi önleyicisi bilinçli bir eği­timdir. Üreme fonksiyonlarının doğal bir şey olduğu ve bunların bütün kadınlar için ortak bir konu olduğu er­kenden genç kıza açıklanmalıdır. Hiçbir küçük düşürücü yanlarının bulunmadığı özellikle anlatılmalıdır. Ailede bir kadın âdet gördüğünde, bunun boş yere saklanmasından kaçınmak gerekir. Aynı şekilde bu konu üzerinde yapılan kötü şakalar da gene kınanması gereken hareketlerdir.
Genç kıza söylenecek şey şudur : Âdet görmek hiçbir zaman bir hastalık değildir. Bir rahatsızlıkla en küçük bir ortak tarafı yoktur. Âdetlerin başlangıcı cinsel olgun­luğun habercisidir. Bundan böyle kendi vücudunda yav­rularının tohumunu taşıyacaksın. Artık bir çocuk değil­sin, bir kadın oluyorsun. Birkaç yıl içinde tam olarak ge­liştiğinde, bu fonksiyon senin çocuk doğurmanı sağlayaçaktır. Âdetlerinin ortaya çıkmasına sevinmelisin. Bunla­rın getirebileceği ufak tefek sakıncaların üstünde dur­ma. Âdet görmekle sağlıklı olduğun ve kısır olmadığın ortaya çıkmaktadır. Akan kanlı sıvı, bilgisizlerin iddia ettiği gibi, hiçbir zaman kusurlu, bozuk kan değildir. Tam tersine, ileride çocuğunu besleyecek olan özsudur. Sonuç olarak âdet zamanlarını mutlu bir geleceğin, yani analığın bir habercisi olarak kabuletmen gerekir.
Bazı kadınlarda âdet kanaması sırasında ortaya çı­kan mizaç değişikliği, çabuk öfkelenme, ağlama isteği, can sıkıntısı gibi gösteriler hormon yapan yumurtalığın çalışmasından doğan, hoşa gitmeyen olaylardır. Bunu dav­ranış inceliğiyle karşılamak çevrenin ödevidir. Bu hiçbir zaman her kaprise kayıtsız şartsız boyun eğmek değil, yalnızca âdet gören kadının hareketlerini anlamaya ça­lışmaktır. Bir şeyi tanımak, ona çare bulmayı bilmeye eşittir. Genç kıza bütün duygularının nedeni öğretilirse, o da kendini onlara en iyi şekilde hazırlayabilir. Eğer bir genç kız, arkadaşlarıyla aynı zamanda âdet görmeye baş­lamazsa, durum ona anlatılacaktır. Özellikle bu yaşın duy­gululuğu gözönüne alınarak, her çeşit takılmadan genç kızı korumak gerekir. Karakteri, hareket tarzını, hatta bü­tün alın yazısını sonradan uygunsuz bir şekilde etkileyen aşağılık duygularının yerleştiği yıllar ve güç dönem özel­likle bu dönemdir. Ancak 18 yaşına kadar âdetlerin baş­lamadığı durumlarda, bir hastalıktan şüphelenip hekime başvurulabilir.

Adet Kesilmesi ya da Yaş Dönümü ,Menopoz

Yaş dönümü ya da âdet kesilmesi (Menopoz) — Kadın yaşlandığında yumurtacık ya­pılması, âdet kanaması yavaş yavaş kesilir. îşte bu döne­me âdet kesilmesi, yaş dönümü ya da menopoz adı verilir. Hımlı bölgelerde âdet kesilmesi kendini genellikle 45 ile 60 ıncı yaşlar arasında gösterir. Âdetler birdenbire ve kötü sonuçlar doğurmadan bitebildiği gibi, birtakım bo­zukluklar da görülebilir. Kadınların büyük çoğunluğun­da yaş dönümü âdet kanamasının azalması, keyifsiz­lik, sıcak basmaları, çarpıntılar, terlemeler, huzursuzluk ve daha ender olarak da bir akıl hastalığını düşündüre­cek ruhsal bozukluklarla belirir.
menepoz-adet-kesilmesi
Bir kadın bunlardan ger­çek anlamda pek sıkıntı duymaz. Genellikle sıkıntının büyüklüğü, kadının âdet kesilmesine ruhsal yönden hazır olup olmamasıyla ilgilidir. Kendine acınmasını istemeyen ve hastalanacak zamanı olmayan bir kadın, hayatın öte­ki güçlüklerine uyduğu gibi, yaş dönümünün küçük ku­surlarına da uymayı başarır. Bunun için olayları iyi ta­nımak ve zamanında hazırlanmak yeterlidir. Madem ki bu her kadının kaderidir, bilgisi olan ve gençler dünyasın­dan ayrılacağını önceden bilen bir kadını âdet kesilmesi çok etkilemeyecektir. Yuvasına ve ailesine bağlı bir insan olarak bugünkü ve gelecekteki varlığından yararlanma­sını bilecek ve hayatın tadını çıkaracaktır.

Âdet kesilmesinin özelliklerinden haberdar olan er­kek, bu geçişin ufak tefek farklarına alışacaktır. Yaş dönümünün yalnızca fiziksel değil, ruhsal güçlükler de getirdiğini unutmamalıdır. Hayatın bu akışına, seven ve karısına bağlı bir kocadan daha iyi hekim düşünülemez.

Kadında Üreme Organlarının Yer Değiştirmesi

KADINDA ÜRÜME ORGANLARININ YER DEĞİŞTİRMESİ

Karın boşluğunu dolduran organlar üstte diyafram, önde karın zarı ve altta da leğen tabanıyla çevrilidir. Bu organlar birtakım aşıcı bağlarla normal yerlerinde az çok sabitleştirilmiştir. Aralarında hiçbir boşluk yok­tur ve hepsi birbirine yapışıktır. Böylece sanki karşılık­lı olarak birbirinin yükünü kaldırmış olurlar. Kas duvar­ları, fizyolojik değişmelerden doğacak ya da dıştan gele­cek basınç artmalarına karşı normal karın içi basıncını aynı tutmaya çalışır. Bu yüzden kaslar kasılma ve gevşemeleriyle sürekli bir denge durumundadır. Şüphesiz ki her bir organ, yukarıda söylediğimiz şartlar altında az çok bir yer değiştirme yapabilir. Ama, bu her zaman nor­mal sınırlar içinde kalır. Eğer karın içi basıncı duvarla­rın zayıf noktaları üzerinde sürekli olarak etki yaparsa o zaman fıtıklar ortaya çıkar.
Kadında Üreme Organlarının Yer Değiştirmesi
İşte karın boşluğunu çeviren yumuşak kısımlar ara­sında zayıf olan bir nokta da cinsel yarıktır. Kadında bu yarık, erkekte olduğu gibi yalnız idrar ve sindirim sistem­lerinin sonlanmasıyla ilgili değildir. Aynı zamanda çiftleşme organına ve doğum sırasında çocuk başına da yol verecektir. Bu nedenle, genişlemeye uygun bir yapıya sa­hip olması gerekir. İşte bu yapı ve özellik aynı zamanda onun daha zayıf olmasına da sebep olur.
Üreme organlarının yer değiştirmelerinden söz edi­lince daha çok rahimle ilgili olanlar anlaşılır. Rahim nor­malde gövde ve boyun kısımları öne bakan bir açı yapar. Öne doğru tümüyle leğen ekseni üzerinde yatmış bulu­nur Onu bu şekilde tutan aşıcı bağları ve dayanak cihaz­ları vardır.
Rahmin yer değiştirmeleri sağa, sola, öne, arkaya, yukarı ya da aşağıya doğru olabilir. Bir de rahimin çe­şitli yönlere doğru yatması ya da gövde kısmının boyuna oranla çeşitli yönlere doğru bükülmesi söz konusudur. Ya­ni rahim öne, arkaya, sağa ve sola doğru yatabilir ya da gövde kısmı boyun kısmının üzerinde gene öne, arkaya, sağa ve sola doğru bükülebilir. Ama, bütün bu saydıkları­mız arasında pratikte önemi olan ve en sık rastlanan 3 şekil vardır:

1 — Gövdenin boyun üzerinde öne doğru aşırı bü­külmesi: Bu gibi durumlarda rahmin kas yapısı normal­den daha sert ve katıdır. Gövde ve boyun parçaları ço­cukluktaki oranlarını korumuştur. Bunun yanı sıra kişi­sel yapıda da birtakım sapmalar görülür. Örneğin kadın­da çocuksu tip, ikincil seks karakterlerinde eksiklik, yağ­lanma, gibi durumlar göze çarpar. Belirtiler yönünden hastalar kadın hastalıkları hekimine genellikle sancılı âdet görme, bel ağrıları, akıntı, az ya da çok kanama, âdet süresinin azalması ya da çoğalması gibi şikâyetlerle başvurur. Bunların yanı sıra peklik, ishal, terleme, iştah bozuklukları, sindirim bozuklukları, başağrısı, yorgunluk gibi bir sürü şikâyetler de ortaya çıkabilir.

Kadınlarda Rahmin Durumu ve Rahmin Aşırı Öne Bükülmesi

NORMAL BİR KADINDA ENİNE KESİTTE RAHMİN DURUMU RAHMİN AŞIRI ÖNE BÜKÜLMESİ HALİ
Rahmin hem arkaya doğru yatması, hem de gövdenin boyun parçası üzerine arkaya doğru bükülme­si: Bu durum en sık görülen duruş bozukluklarından bi­ridir. Bir kısım vakalar doğuştan olup öteki kısmıysa sonradan çeşitli nedenlerle edinilir. Nedenler arasında do­ğum ve loğusalık önemli bir yer tutar. Doğumdan arta kalan yırtıkların çekmesi, gebeliğin dokularda yaptığı yumuşama ve gevşeme olayının tam olarak gerileyememesi, loğusalık sırasında gerekli temizlik kurallarına uyulmaması ve uzun süren eritici hastalıklar rahmin bu durum değişikliğinin başlıca nedenleri arasında sayılabi­lir.
Rahmin Asiri one BukulmesiHastaların şikâyetleri arasında şiddetli âdet kana­maları, ağrılı âdet görmeler, akıntı, bel ve kasık ağrıları, kısırlık, dışkılama zorluğu, idrar etme bozuklukları, bulantı, kusma, başağrısı gibi belirtiler başlıcalarıdır. Ar­kaya doğru yatma ve bükülme kadın hastalıkları hekim­lerinin dikkatini çektiğinden beri, hastaların birçok şi­kâyeti haklı ya da haksız olarak bu durum bozukluğuna bağlanmak istenmiştir. Özellikle birtakım ameliyat tek­niklerinden yararlanarak rahmi normal anatomik yerine getirme çareleri düşünülmüştür. Yeni yeni metotlar bul­ma yarışı hekimleri çok kere vakaların gösterdiği be­lirtileri incelemekten uzaklaştırmıştır. Böylece gelişi gü­zel hepsinin düzeltilmesi yoluna gidilmiştir.

Günümüzde bile gene öyle ameliyatlara rastlanmakta­dır ki hasta niçin ameliyat olduğunu bilmez. Ameliyata sebep olarak ileri sürülen belirtiler devam etmekte, hat­ta bazan daha da şiddetlenmektedir. Ne şekilde olursa olsun, belirti vermediği zaman bu durumun tedavisi gerek­mez. Rastgele bir bulgu olarak ortaya çıkarıldığı haller­de bu nokta üzerinde hiç durmamak uygundur. Çünkü, ‘telkin altında kalmaya elverişli yapıdaki hastalarda he­kimin atacağı yalnış bir adım ve ağzından çıkacak her­hangi bir söz, hastada gerçek bir hastalık kompleksi yara­tabilir ve sonradan bunun tedavisi, gerçek bozukluğun-kinden daha da zor olur.

Rahmin normal anatomik yerinden leğen ta­banına inişi ve boyun parçasının alt ucunun dışarıdan görünecek dereceye gelmesi: Burada en büyük faktörü gebelik olayıdır. Gerçekten bu gibi durumlara en sık ola­rak çok doğum yapmış kadınlarda rastlanır. Uygun bir yapıda, ardı ardına doğumlarla bir yandan karın zarı yetersiz bir duruma gelirken, öte yandan üreme organla­rının yerinde durmasını sağlayan dayanak cihazları bo­zulur: Zor ve uzun süren doğumlar, forseps gibi girişimler, apışarası yırtıkları, loğusalık süresince gerekli te­mizlik şartlarının sağlanmayışı ve rahmin eski şekline dönmesi tamamlanmadan yeniden ağır beden çalışmaları­nın başlaması gibi faktörler böyle inişlerin ortaya çıkma­sı için uygun ortamı yaratır.

Ne yazık ki ülkemizin yaşama şartları bu gibi du­rumların ortaya çıkması için çok uygundur. Tarlasında çalışan bir köylü kadının çocuğunu doğurması da çoğun­lukla tarlada olur. Çocuğun göbeğini iki taşın arasınasıkıştırarak kesen kadın sonra onu omuzuna vurarak kö­yüne döner. Bu kadının çocuk doğurdu diye dinlenme hak­kı yoktur ve ertesi günden başlamak üzere gene aynı ağır şartlarda tarlasında çalışacaktır. Yurdumuzda kadınlar­da rahmin inişi vakalarının oranının yüksek oluşu bu yüz­dendir.
Doğurmuş her kadın, ıkındığı zaman, vaginasının ön kısımları vulva içerisinde az çok görünür. Gene bir ço­ğunda da rahmin %oyun parçası hafifçe inmiş olabilir. Ama, tam bir fıtıklaşmanın olması halinde, rahmin dışa­rı çıkmasıyla bütün vagina duvarının tıpkı bir eldiven parmağı gibi içinin dışına döndüğü görülür. Önde vagi-nayla idrar torbası sıkı sıkıya birbirine bağlanmış bulun­duğundan idrar torbası da birlikte sürüklenir.
Rahmin boyun parçası fıtıklaşmanın oluş süresince, kanla aşırı dolma yüzünden büyür. Aynı zamanda karm içi organlarıyla dış ortam arasındaki basınç farkı yüzün­den bu gibi vakalarda boyun parçasında uzamalar görülür. Özellikle yaşlı kadınlarda görülen bir kısım fıtıklaşmalar­da yaşlı ve küçülmüş rahim bütünüyle fıtık kesesi için­de bulunur. Bir kısmındaysa rahmin yalnız boyun parça­sı fıtıklaşmıştır.
Bazan ileri derecede bir fıtıklaşma hastada hiçbir şikâyet doğurmadığı gibi, hafif bir iniş bile çeşitli sıkın­tılara sebep olarak hastanın hekime danışmasını zorun­lu kılabilir.

Ortaya çıkan başlıca belirtiler şunlardır: Hastada sanki bir şey doğuyormuş, aşağıdan bir şey fır­layacakmış gibi bir duyum vardır. Buna bel ve kasık ağ­rıları eklenir. İdrar yollarıyla ilgili belirtiler, örneğin id­rarını tutamama durumu olabilir. Gerçekten, fıtıklı has­talarla konuşulduğunda birçoğunun ağır kaldırana, öksürme, gülme gibi nedenlerle idrarlarını kaçırdıkları, ba­zılarının da ancak fıtıklarını elleriyle içeri sokarak ve şırınga gibi idrar torbalarını sıkarak idrarlarını boşalt­tıkları öğrenilir. Ayrıca büyük abdest etmede de şikâ­yetler görülebilir. Hastanın yürümesi sırasında fıtık zor­luk doğurur ve çamaşırların değmesiyle fıtıklaşan rahim üzerinde kolayca yaralar açılır. Yaraların iltihaplanması birtakım kötü sonuçların ortaya çıkmasına yol açar. Bu yüzden böyle vakalarda erkenden tedaviye başlamak ve gerekirse ameliyat etmek uygundur.

Üreme Organlarının Şekil Bozuklukları ve Cinsiyet Anormallikleri

ÜREME ORGANLARININ ŞEKİL BOZUKLUKLARI VE CİNSİYET ANORMALLİKLERİ

İnsanda gelişme, soyaçekim, hormonal, fiziksel, kim­yasal ve bugün için henüz aydınlatamadığımız daha bir­çok faktörün etkisi altında normal yoldan ayrılabilir ya da belirli bir devrede duraklar, Böylece cinsel organların çeşitli şekil bozuklukları ortaya çıkar. Bunlar genellikle birkaç grupta toplanabilir:
ureme organlari-bozuklugu
kadin-ureme-organlari1 — Her iki yumurtalığın birden olmayışında genel­likle hayat mümkün değildir. Daha çok bir yumurtalığın yokluğu görülür. Bu durum aynı taraf böbreğinin ve id­rar yolunun da olmamasıyla birliktedir. Gene kadında va-ginanm olmaması hemen her zaman iç üreme organları­nın ağır gelişme bozukluklarıyla bir aradadır. Daha- en­der olarak bunların bir kısmı gelişmiş ve yalnızca vajinanın alt parçası gelişmemiş olabilir.

2 — Cinsel organlar sisteminin bir kanal şeklinde açılmaması yer yer bozukluklara sebep olur. Bunlardan en sık görüleni kızlık zarıyla ilgili olanıdır. Üreme organ­larının tam olarak gelişmesine karşılık kızlık zarı ka­palı kalmıştır. Bu yüzden, âdetlerin başlamasıyla kan dı­şarı akamaz ve vaginanın içinde toplanır. Bu durum, hastaların gittikçe artan ağrılardan şikâyetle hekime baş vurmaları sonucu ortaya çıkar. Gecikilmiş vakalarda içe­ride kalan âdet kanı gitgide çoğalır ve rahim içinde de toplanmaya başlar. Böylelikle üreme organlarının fonk­siyonları da yetersiz bir duruma düşebilir. Oysa burada tedavi, kapalı olan kızlık zarının delinmesi ya da hafifçe yarılması gibi çok basit bir olaydan başka bir şey değil­dir. Bu doğuştan kapalılık daha üst kısımlarda, vajinada, rahimde de görülebilir.

3 — Rahim içi hayatın 5. ve 6 haftalarından sonra her iki taraftaki cinsel organ taslaklarının birleşmesi ola­yı başlar. Bu gelişme 15. ile 16. haftalarda tamamlanır. Eğer bunlar birleşemez ve ayrı ayrı gelişmelerini sürdü­rürse yukarıdan aşağıya doğru sağlı sollu birer organ şeklinde kalır. Bunların hepsini ayrı ayrı incelemek ge­reksiz olduğundan şimdi doğrudan doğruya seks anormal­liklerinin tanımlanmasına geçiyoruz.

Erken bulûğ — Normal bulûğ çağından önce cinsel organlar ve ilerideki bölümlerde anlatacağı­mız ikincil seks karakterlerinde görülen erken gelişme, hemen her zaman kişinin genel gelişmesiyle birliktedir. En sık görülen şekli kız çocuklarında, organlarla ilgili hiçbir bozukluğun bulunmadığı şekildir. Buna karşılık bir kısım erken gelişme vakalarında urlar, merkez sinir sistemiyle ilgili ur ya da iltihaplar sebep olarak buluna­bilir, ilk şekilde, çocuğun gelişmesi yumurtalık fonksi­yonları yönünden de normaldir. Bu yüzden âdet görme ve gebelik de görülebilir. Şimdiye kadar yayımlanan en genç vaka Peru’lu bir kızdır. Daha 8 aylıkken âdet görmeye başlamış, 5. yaşı içinde gebe kalmış ve sezaryenle 3 ki­lonun üstünde bir çocuk doğurmuştur.

Cinselgerilik — Bu gibi vakalarda ortak özellikler cinsel organların gelişmesinde durma ve âdet­lerin başlamamasıdır. Bunlarda ya hipofiz bezinde ya da yumurtalıklarda bir yetersizlik söz konusudur. Klasik görünüş cücelik şeklindedir. Ama, vücut, kollar ve bacak­ların normaldeki birbirine oranı aynı kalır. Koltuk altı ve kasıkta kıl çıkmaz.

Erkekleşmiş kadın — Soyaçekimiyle, cinsiyeti ve üreme organları yönünden dişi olarak belir­lenmiş bazı insanlarda dış üreme organları görünüşte er­kekleşmeye doğru bir değişim yapmıştır. Bızır büyümüş, sanki erkeklik organını andırır bir şekil almıştır. Vajina tam olarak gelişmemiştir. Büyük dudaklar erkekteki torbaları hatırlatır. Kıllanma erkeğinkinin tipinde ola­bilir. Üreme organlarında görülen bu değişmelerin yanı sıra iskelet, kas yapısı gibi öteki sistemlerde de erkekleş­me belirtileri vardır. Bazan memelerin gelişmesi de er­kekte olduğu gibi geri kalır.

Kadınlaşmış erkek — Burada kişi soya­çekimiyle, cinsiyet ve üreme organları yönünden erkek olarak belirlenmiştir. Ama, dış üreme organları görünüş olarak bir kadınmkini andıracak şekilde gelişir. Testisler, ortada birleşmeyen ve büyük dudakları andıran tor­balar içinde bulunur. Daha ender olarak testisler inişle­rini tamamlamamış ve kasık kanalı ya da karın içinde kalmıştır. Küçük bir erkeklik organı ve yan yarıya ya da tam olarak gelişmiş bir vagina vardır. Bazılarında me­meler büyüyebilir. Bu tipler daha doğuşlarından başla­mak üzere kız çocuğu olarak kabul edilir ve böyle yetişti­rilir.
Bunlardan başka bir de her iki cinsin üreme organ­larının ve ikincil seks karakterlerinin bir arada bulundu­ğu ara şekil vardır ama, çok ender olarak rastlanır.

Kısırlık , Sterilite

KISIRLIK STERİLÎTE
Cinsel düzeyde bizim için karşı seksin var olması, an­cak bizim vücudumuzun varlığına bağlıdır. Bu nedenle, cinsel organlardaki herhangi bir bozukluk, cinsel dünyanın yapısında derin değişmelere sebep olur. Bir örnek bunu anlamaya yardım edecektir. Eğer bacağımızı kırar­sak, koltuğumuzla kapı arasındaki uzaklık, eskisinden çok başka bir anlam kazanacaktır.
Fizyolojik kaynakları belirlendiği ve kişisel, ailesel ve sosyal olmak üzere çeşitli düzeylerdeki sonuçları gün ışığına kavuştuğu halde, kısırlığın ne olduğu daha tam olarak bilinmemektedir. Çünkü, ister bilincine erişilsin, ister erişilmesin, kısırlık insan canlısını tüm varlığıyla içine alır.Kısırlık-2Kısır bir yuva için dünya artık aynı görünüş­te olamaz.Kısırlığın çok çeşitli nedenleri vardır. Her şeyden ön­ce kısırlık söz konusu olabilmesi için bir çiftin en az 1 ile 3 yıl, sürekli ve normal evlilik ilişkilerine rağmen canlı çocuk sahibi olamamaları gerekir. Bir kadının, evliliğinin başından beri hiç çocuğu olmamışsa birincil kısırlık, bir ya da birkaç canlı çocuğun doğumundan sonra isteğe rağmen bir daha çocuk olmuyorsa ikincil kısırlıktan söz edilir.
Genellikle toplum içinde, kısırlığa % 10-12 oranında rastlanır. Ama, bu çiftlerin evlendikleri zamanki yaşla­rıyla orantılı olarak yükselir. Örneğin 20-21 yaşlarında evlenmiş bir kadının kısır kalma ihtimali % 8 ise, 39-40 yaşlarında evlenmiş olanınki % 65-70 kadardır.
Kısırlık nedenlerini genellikle yalnız kadında aramak bir gelenek haline gelmiştir. Hatta bu yalmş davranış bazı vakalarda çok ileri götürülür ve erkek hiçbir muaye­ne görmezken, kadın üzerinde çok kötü sonuçlar doğu­rabilecek metotlarla teşhis konmaya çalışılır. Oysa kı­sırlık sorununda erkeğin % 30-50 gibi büyük bir payı vardır. Ayrıca kısırlığı araştırmak için erkekte yapılacak incelemeler son derece basittir. Demek ki araştırmalara önce erkekten başlamak gerekir. Kadının muayenesine erkek normal bulunduğunda geçilmelidir.
En sık görülen kısırlık sebeplerinden biri, çiftlerden herhangi birindeki anormallik değil, cinsel ilişkilerdeki bozukluktur. Yani kısırlığı meydana getiren sebep ruh­saldır, çünkü organik ya da anatomik bir nedene bağla­namaz. Genellikle «mizaçlarda uygunsuzluk» deyimini kul­lanmak alışkanlık haline gelmiştir.Kısırlık-SteriliteBöylece de döllenme­nin olamadığı ileri sürülür. Ya da çiftlerin birbirine aşk­la bağlı olmadığı iddia edilir. Prensip olarak, kadınla er: kek arasındaki anlaşmazlık bir kısırlık sebebi’ değildir ve aşktan yoksun evlilik ilişkilerinde döllenme olayı az görülür diye bir kural yoktur. Bununla birlikte, yıllar­ca normal ama, kısır evlilik ilişkilerinden sonra kadının daha genç kişilerden gebe kalması mümkündür.

Orgazm olmadan gebe kalmanın çok mümkün hatta sık olduğu bilinir. Bununla birlikte psikanalizciler, ka­dın – doğum hekimleri ve anatomiciler bazı vakalarda ge­belik için orgazmın vaz geçilmez bir durum olduğu düşün­cesini savunur. Orgazm sırasında rahmin kasılmaları ne­deniyle ağzını kapatan mukoza tıkacının yerinden fırla­dığı ve spermatozoidlerin rahim boşluğuna doğru emildiği ileri sürülmektedir.
Cinsel hayattaki ruhsal ya da psişik bozukluklar arasında kısırlık yapabilecek önemli bir sebep vajinanın ağrılı kasılmaları ya da vaginizm adı verilen durumdur. Bunun tedavisi de öncelikle psişik alana girer. Ama, ka­dın – doğum hekimlerince, vajinanın büzücü kaslarında yapılan genişletici ameliyatlar da bu tedaviye katkıda bulunmaktadır.kisirlk_tedavisi
Ne çok kısa bir erkeklik organı, ne de çok uzun bir vagina genellikle bir kısırlık sebebi değildir. Çünkü usta bir çiftleşme şekliyle bu engel kolayca kaldırılabilir ve gebelik meydana gelebilir.
Yarıda kesilmiş temas sonuç olarak kadında kısır­lık doğurabilir. Cinsel temasın birden kesilmesiyle, orgazma yaklaşan kadın artık boşalamaz olur ve cinsel or­ganlarında, özellikle yumurtalıklarda aşırı kanlanma mey­dana gelir. Bu durum en sonunda sürekli bir hastalığa dönüşebilir. Böyle bir kısırlık da bütün uzmanlarca ka­bul edilmemektedir.
Kadınların gebelikten korunmak için kullandığı ba­zı cihazlar kısırlığa kadar varan iltihaplar yapabilir. Hatta vajina yıkamalarında bile, iltihabı önlemek ama­cıyla cihazın temizliğine dikkat etmek gerekir. Çok şü­kür ki vajina mikroplara karşı iyi direnmektedir. Yoksa erkeklik organının her girişinden sonra dezenfekte et­mek gerekirdi. Çünkü en basit sağlık kurallarına bile uy­mayan birçok erkek vardır. Yapılan gözlemler, düzgün ve hatta sık cinsel ilişkide bulunan kadınlarca, cinsel organlarda iltihaba az rastlandığını ortaya koymuştur. Belki de erkeğin spermasında, aşağı yukarı penisilin ka­dar ya da onun yarı değerinde, mikroplara karşı koyan bazı maddeler vardır ve bu durumu açıklamaktadır.

Doğum yaptıktan sonra cinsel ilişkilerin çok çabuk ve çok sertlikle başlatılması bazan kadında dolaylı ola­rak kısırlığa götüren bozuklukların sebebi olabilir. Çün­kü doğum sonrası, kadının cinsel organları kendini il­tihaba karşı güç savunabilir.
Bazan birinci çocuktan sonra, çiftlerden hiçbiri gö­rünüşte kısır olmadığı halde başka çocuk olmaz. Daha tartışmalı olmasına rağmen bu durum, aile içinde ger­çekten kısırlığa sebep olan durummuş gibi gözükmekte­dir. O zaman spermatozoidlerle yumurtacıklar arasında, aşılardan sonra kazanılan bağışıklığa benzer bir uyuş­mazlık, bir karşıtlık olduğu düşünülür. Spermatozoidler kadında yapılan bazı maddeler tarafından yavaş yavaş ortadan kaldırılır.

Şimdi de kadında ve erkekte organik ya da fonksi­yonla ilgili olarak kısırlık yapan durumları inceleyelim. Kadında iki durum arasında bir ayırım yapmak söz ko­nusudur. Ya kadın döllenmeyi engelleyen, yalnızca ana­tomik nedenler yüzünden kısırdır, ya da gebe kalabilir ama, çocuğu doğumuna kadar rahminde tutamaz.
Bu ikinci duruma sık olarak rastlanır. O zaman ör­neğin frengi gibi herhangi bir hastalığın kalıntıları olan birbirini izleyen yalancı doğumlar görülür. Eğer yalancı doğumlar gebeliğin ilerlemiş bir devresinde meydana gelirse, o zaman hekim nedenini ortaya çıkarabilir. Ama, birçok kadın, hatta farkında bile olmadıkları erken dü­şüklerden yakınır. Daha bol ve birkaç gün sonra gelen kanamalar her zaman için âdet görmeyle ilgili değildir. Bunlar rahmin şu ya da bu nedenle saklayamadığı döl­lenmiş yumurtanın dışarı atılışı olabilir.
Eğer 16, 17 hatta 20 yaşında bir kadında, bütün ça­balara rağmen döllenme olmazsa, o kadının hemen kısır olduğunu düşünmemek gerekir. Bu yaşlarda normal âdet­ler cinsel organların olgunluk derecesine eriştiğini belirten kesin bulgular değildir.
Yaşama şekli ve özellikle beslenmenin kadın için bü­yük önemi vardır. Herkes düzenli bir beslenmenin orga­nizma üzerinde başlıca etkiyi gösterdiğini ve sonuç ola­rak da cinsel fonksiyonları etkilediğini bildiği halde, bu alanda birçok yanlış yapılır. Vitamin eksikliği döllen­meye büyük ölçüde zarar verir. Çünkü yumurtalıkların çalışmasını ileri derecede bozar. Çeşitli besin alınmazsa, organizma gerekli olan vitaminleri yeteri kadar alamaz. Vücudun B ve C vitaminlerinden başka, döllenme vita­mini olan E vitaminini de alması gerekir. Birçok ülkede beliren geçim sıkıntısıyla ve az beslenmeyle ilgili olarak gene çok sayıda kadında âdet yokluğu ortaya çıkmıştır.

Buna karşılık hiçbir zaman aşırı beslenme yoluna da gidilmemelidir. Çok yeme de aynı şekilde kötü etki ya­par. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler aşırı beslenme­nin, cinsel organların çalışmasında kısırlığa kadar giden bozukluklar yaptığını göstermiştir.
Sonuç olarak kadının sağlığına zararlı olan her şeyin onun döllenmesine de aynı şekilde zarar verdiği kesinlikle söylenebilir. Ayrıca bazı büyük illerde atmosferin ne genel sağlık, ne de kadının döllenme yeteneği için yarar­lı olmadığı görülür. Sinirleri yıpratıcı çalışma şartları, düzensiz yaşama, aşırı spor çalışmaları, temizlik kurallarına uymama, aşırı cinsel ilişkiler sağlığı bozarak ay­nı zamanda döllenmeye de zarar verir.
İç cinsel organların bazı anatomik bozuklukları sper-matozoidlerin rahim içine girmesini engelleyerek kısır­lık doğurabilir. Örneğin rahimde sapmalar, durum deği­şiklikleri., tubalarm tıkalı olması bunlardandır. Bu bo­zuklukların birçoğunu masajlarla, rahim içine özel cihaz­lar yerleştirmekle ve daha karışık vakalarda ameliyatla düzeltmek mümkündür.
Kısırlık bazı bezlerin bozuklukları, özellikle tiroid bezinin, yumurtalıkların ya da böbreküstü bezinin fonk­siyonundaki bozukluk yüzünden meydana gelir. Bu bo­zukluklar hormon tedavileriyle, eksik olan hormonu ye­rine koymakla giderilir. Bazan vagina salgılarında sper-matozoidleri öldüren aşırı asit bulunur. Bu durumu teş­his eden hekim alkali sıvılarla aşırı asitliği normale indi­rir.
Cinsel organların, rahmin, tubaların ya da yumurta­lıkların iltihabı söz konusu olduğunda durum çok daha kötüdür. Çocukları olmasını istemeyen kadınların dü­şürmek amacıyla kullandığı metotlar da bu organların mu­kozalarında sıklıkla iltihaba sebep olur. Mukozalar ge­belik sırasında özellikle duyarlı olduğundan iltihap çok çabuk yerleşir. Yalancı doğumdan hemen önce ve hemen sonra yapılan cinsel temaslar da aynı sonuçları doğura­bilir.
Temiz olmayan âletlerle çocuk düşürmeye kalkmanın ne derece kötü etkiler yapacağı açıktır. Çok kere ba­zı bulaşıcı ve cinsel temasla geçen hastalıklar bu yolla taşınır. İltihabın varlığı zamanında ortaya çıkarılırsa an­tibiyotikler, sülfamidler ve kortizon gibi ilâçlarla, aynı şekilde sıcak, ışınlar, termal banyoları vb. ile tedavi et­mek mümkündür. Ama, genellikle odaklar o kadar küçük ve zararsızdır ki kadında önemi} bozukluklara yol aç­maz. Böylece iltihabın farkına varılmaz ama, kısırlık meydana gelir. İltihap ilerlemişse bazan organın çıkarıl­ması gerekir. Eğer bu organ yumurtalıklar, tubalar vb. gibi döllenmeyle doğrudan doğruya ilgili bir organsa, o zaman iki taraflı çıkarılması kadını ölünceye kadar kısır bırakır. Günümüzde ameliyat tekniği çok gelişmiştir ve artık cerrah, özellikle yumurtalık olmak üzere hasta or­ganın bir parçasını kurtarmayı başarmaktadır.
Kistler ve urlar gibi bazı başka kısırlık nedenlerin­de de ameliyat zorunludur. Son zamanlarda, kısırlığın yumurtalık fonksiyonunun bozukluğuyla ilgili olduğu va­kalarda X ışınlarıyla tedavi denenmiştir. Ama, bu organ­ların ışınlara karşı duyarlığı farklı olduğundan, verilecek doz çok önemlidir. Belirli bir hasta için çok iyi olan doz, bir başkası için zararlı olabilir. X ışınları yumurtalıkları ve böylece de döllenme yeteneğini bozabilir ya da garip şekilli çocukların, doğmasına sebep olur. Sonuç olarak bu metodu çok kullanmamak gerekir.
Eğer kısırlığın nedeni belliyse genellikle tedavi et­mek mümkündür. Kısırlığın sebebi erkek olduğunda te­davi güçtür. Bir ailede erkeğin dölleme yeteneğinde ol­maması için çok sebep vardır. Bunlar öncelikle erkeklik gücündeki önemli bozukluklardır. Cinsel temas güçlükle yapılır, döllenme şansı da orantılı olarak azalır. Böyle vakalarda döllenmeyle ilgili organlar anatomik ve fizyo­lojik yönden sağlam olup bozukluk bunların eksik fonk­siyonuna bağlıdır. Buna karşılık cinsel gücün eksik oluşu her zaman dölleme yeteneğinin sağlam olduğunu be­lertmez. Sperma üzerinde yapılan incelemeler erkekte kısırlığın, hatta gücün normal olduğu zamanlarda bile, ender olmadığını ortaya koymuştur.
Son yıllarda spermanın incelenmesinde ilerlemeler vardır. Ejakülasyon sıvısı miktar, renk, kıvam, tohum hücrelerinin sayısı, hareketliliği yönünden araştırılmış­tır. Aynı şekilde hücrelerin ve spermatozoidlerin yapısı­nı incelemek üzere, özel olarak boyanan ve mikroskop altma konan preparatlar hazırlanmaktadır. Birçok anor­malliğin fark edilmesi bu şekilde olmuştur. Ayrıca testis dokusundan iğneyle parça almak şeklinde bir yola da başvurulur. İç salgı fonksiyonu olan bezlerin çalışıp ça­lışmadığını anlamak amacıyla çok karışık bazı idrar tah­lilleri de yapılmaktadır.
Erkekte kısırlık başlıca iki sebepten ortaya çıkar: Ejakülasyonın dışarıya çıkmasını önleyen engeller ve spermanın yapısında ya da döllenmenin öteki unsurla­rında bulunan bozukluklar. Eğer spermada yalnız ölü ya da döllenme için çok zayıf spermatozoidler varsa gene kısırlık ortaya çıkar.
Bu her iki grup anormallik de genellikle hipofiz, böb­reküstü bezleri ve cinsel bezler gibi iç salgı bezlerinde bozukluğa sebep olan genel bir hastalığın sonucudur. Bu bozuklukları yapan hastalıklar arasında beynin ve omu­riliğin organik hastalıklarım saymak gerekir. Bu hasta­lıkların döllenme foksiyonları üzerindeki etkisini anlamak için cinsel temasın fizyolojisini ve ereksiyonun cinsel merkezini düşünmek yeterlidir. Frenginin burada büyük ro­lü vardır. Beyin fonksiyonlarını ve özellikle beyin kabu­ğunu, yani bilinci saran hastalıklar bu gruba girer. Kor­ku, uzun süren uyarılmalar, cinsel organlar düzeyinde ana­tomik bozukluklara yol açabilir. Bu nedenle, erkekte kı­sırlık söz konusu olan bütün vakalarda iyi bir sinir sis­temi muayenesi zorunludur.
Yerel bozuklukların ya da erkek cinsel organlarındaki anormalliklerin döllenme bozukluklarından sorumlu ola­cağı bir gerçektir. Fimozisi olan erkeklerde idrarda çok miktarda spermaya rastlanır. Yalnızca mekanik bir olay nedeniyle, ejakülasyon sırasında sperma uretranın dış ağ­zına erişememekte ve idrar torbasına dökülmektedir. Ge­nellikle bu çekilmeler yalnız katılaşma sırasında bir en­gel olarak ortaya çıkar. Penis yumuşakken idrarın bo­şalmasını engellemez ve güçleştirmez.
Erkeklik organında hipospadyas adı verilen doğuş­tan bir şekil bozukluğu olabilir. Burada uretra penisin ucu­na kadar gelmez. Böylece ejakülasyon sırasında atılan sperma sıklıkla vajina dışına düşer ve döllenme olamaz.
Yerel hastalıklar arasında kısırlık yapan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: prostat urları, iltihapları, seminal keselerin iltihapları, epididimis iltihapları, testislerin ilti­hapı, frengi ya da veremi, vb… Çok bilinen hastalıklardan biri de kabakulak geçiren erkeklerde hastalık sonrası gö­rülen testis iltihabıdır.

İkin­cil Seks Karakterleri

Üreme organları erkek ve kadına üreme hücrelerini birleştirme yeteneğini verir. Onları desteklemek için tabi­at, ikincil seks karakterleri adı verilen başka farklar ver­miştir. Üreme organlarını ve aynı zamanda üreme hücre­lerini kapsayan birincil seks karakterlerine karşılık ikin­cil seks karakterleri, cinsel ilişkiler ve çoğalmayla yakın ilişkisi olmayan, canlı varlığın erkek ya da dişiliğini belir­leyen değişik fiziksel özelliklerdir.
Vücut gelişmesinin ilk yıllarında cinsel farklar ancak dış cinsel organlar arasındaki farklılıklar, yani birincil seks karakterleri aracılığıyla belli olur. ikincil seks ka­rakterleri sonradan, dereceli olarak bulûğ çağında ortaya çıkmaya başlar. Genç kızlar için bu dönem genellikle 13. ile 15. yaşlar arası, erkek çocuklar için 11. ile 15. yaşlar arasıdır. Cinse bağlı olarak hızlanma ve gecikmeler görü­lebilir. Bulûğ çağında genç kızlar erkeklerden daha hızlı büyür.Seks Karakterleri
Üreme bezleri olgun hücre yapmaya başlar başlamaz, daha önce sözünü ettiğimiz ve kana dökülen üreme hor­monunu da salgılamaya başlar. Öteki etkilerini bir kenara bırakırsak, bu hormonun ikincil seks karakterlerinin doğmasına sebep olduğunu söylemek gerekir. Erkeğin üre­me hormonu kadınınkinden farklıdır. Aynı şekilde ikincil seks karakterleri de oldukça farklılık gösterir.

Erkekte İkincil Seks Karakterle­ri

Erkekte ikincil seks karakterle­ri — Doğulu erkek için kıllanma en göze çarpan ikincil seks karakteridir. İlk olarak gençte yüzün ve vücudun kıl­larının gelişmesi bulûğun belirtisi olarak kabul edilir. Ço­cuk çenesinde sakal çıktığını ve üst dudağında kıl çıktı­ğını fark eder. Oğlanlar ve kızlar için apışarasında, koltuk altında kılların belirmesi şaşkınlık yaratan bir olaydır. Ay­rıca kıllanma erkek karakterinin en çarpıcı dış gösterisi­dir ve bu nedenle eskiden erkekler sakal bırakırdı.
Erkek çocuk daha çok uzar. Kemikleri sağlamlaşır ve omuzları genişler; kalçalar dar kalır. Uyluk kemiği gövdenin zararına uzar. Yani erkek uzun uyluklar üzerin­de bodur bir gövde taşır. Ayrıca uyluklar birbirine değ­mez, bir aralıkla birbirinden ayrılmıştır. Kaslar gösterişli bir şekilde gelişir ama, yağ dokusu artmaz.

erkekte-cinsellik

Erkekte başka bir ikincil seks karakteri de erginlikle değişen sestir. Burada «Adem elması» ile anatomik olarak değişikliğe uğrayan ve belirli hale geçen gırtlak söz konu­sudur. Genç çocuk için gırtlağın büyümesi ses tellerinin uzamasıyla birlikte olur. Bu da sese daha kaim bir perde verir. Cinsel açıdan önemli olan bu olay ses değişimi adım alır.
Erkeklik çocuğun ruh haline ve karakterine de işler. Fikir duyguya üstün gelir. Akıl gücü yaratıcıdır. Başka­larına karşı tutumu aktiftir. Erkek emir altına girmekten çok zorbalığa, baskıya yakındır. İyilikten çok sertliği be­nimser. Cinsiyet yönünden saldırgandır.

Kadında İkincil Seks Karak­terleri

Kadında ikinc’il seks karak­terleri — Kadının vücut kıllanması daha az geli­şir. Koltuk altı kılları daha az gür ve sık, pubisin kıllı böl­gesi daha küçüktür. Göbek deliğine kadar uzanmaz ve pu-bisi üçgen şeklinde örter. Oysa erkekte kıllar göbek deli­ğine kadar sivri bir hat şeklinde devam eder. Dişi pubi-sinde kıllanma daha düzenlidir. Genç kızın boyu ortalama insan boyunun altında kalır. İskelet inceliğini korur. Yal­nız leğen kısmı erkeğe.oranla daha yaygın ve geniştir. Er­keğin tersine kadında omuzlar dar, kalçalar geniştir. İle­ride çocuğun beşiği olacak olan karın uyluğa oranla belir­li derecede uzundur. Ayakta durduğunda kadında bacak yarığı görülmez. Kemikler çok az genişler ve yüz küçük, burun kısa, çene dar ve alın alçak kalır.
Kadın vücudunun şekillerinin belirlenmesinde, deri :1e içinde olmak üzere etli kısımların üstünlüğü büyük rol oy­nar. Model olarak kadın vücudu erkeğinkinden daha yu­muşaktır. Kemikler, kas demetleri ve eklemler daha az belirlidir. Deri daha yumuşak, daha bükülgen ve daha az gözeneklidir. Dolu bir ense, yuvarlak omuzlar vb. kadm vücudunun özellikleridir.

kadinda-seks-karekterleri

Kadında kasların az gelişmesine karşılık yağ dokusu erkeğinkinden çok daha boldur. Kadının biçimli kıvrımla­rını yapan bu yağ dokusudur. Gırtlak az büyür ve bu ne­denle ses yüksek ve berrak, tıpkı bir çocuğunki gibi kalır. Saçlar uzar, oysa derinin geri kalan kısmı ayva tüylerini korur. Kılların yokluğuyla ilgili olarak kadın vücudunun derisi şeftalinin ince ve parlak kabuğunu andırır. Derialtı bezlerinin gelişmesiyle ilgili olarak kadın vücudu, çok es­ki zamanlardan beri erkekleri çeken ve baştan çıkaran bir koku yaymaktadır.

Karakteristik cinsel oluşumlar arasında kadında gö­ğüsler özel biyolojik bir anlam taşır. Bir yandan annelik organı olup çocuğun beslenmesine yarar, öte yandanken önemli ikincil seks karakteridir. Kadında meme bezi bulûğ çağı sırasında, erkekte de her iki meme başıyla belirlenen yerde gelişir. Erkek çocukta, gençte ve erişkinde meme başları yassı ve göğüse yapışıkken, genç kızda bulûğdan önce hafif bir yuvarlaklık çizmeye başlar. Bazan erkekte de gelişmiş bir göğse rastlanır. Böyle durumlarda bir hormon bozukluğu söz konusudur.
Meme bezinin kadın vücudunda çok zengin, hatta bel­ki de kişiden kişiye en çok farklılaşma gösteren bir olu­şum olması yalnızca anormal olayların çokluğuna bağlı değildir. Normal gelişmiş, görevini yerine getirmeye hazır bir meme bile en değişik şekillerde olabilir. Meme şekille­ri için birçok sınıflandırma vardır. Biz burada kadın göğ­sünün doğal gelişmesine en yakm olanlarını seçiyoruz :
a) — Çocuksu şekil. Meme başı küçük bir yuvarlak­lığın ortasında büyüdüğünde, bulûğ çağının başlangıcın­daki bir göğüsü hatırlatır.
b) — Düğme ya da konca devresi. Bir anlamda bu­lûğun ikinci devresine uyar. îyice belirlenmiş bir kabarık­lığın üstünde gene iyi gelişmiş bir meme başı ve onun çev­resinde de renkli bir bölge bulunur.
c) — Bulûğ çağı sonundaki genç kızın göğüs şeklini almış yuvarlak göğüs.
Bütün bu annelik fonksiyonlarını yerine getirmeye hazır şekiller meme bezleriyle ilgilidir. Bezler de, süt sal­gılanmasını doğuran iç salgı kaynaklı dürtülere bağlıdır. Anatomik olarak yukarıda belirttiğimiz her 3 göğüs şekli­nin de, az ya da çok olarak gelişmeleri tamamlanmamıştır. Göreve en elverişli ye ikincil seks karakteri olarak tam gelişmiş bir kadın göğsü şöyledir:
d) — Biraz basık, yuvarlak, öne doğru koni gibi uza­yan ya da toparlak, bulûğ çağının göğsünden gelişmiş bir göğüs. Dokular sıkı ve göğüs de aynı şekilde sıkı ve esnek, hatta sert ve gergindir.
Kadın çocuksu şartları yalnız fiziğinde değil, aynı zamanda karakterinde, ruh halinde de sürdürür. Eğer çocu­ğa benzer olarak kalmasaydı iyi bir anne olmayı başara­mayacaktı. Kadın çocuğun bütün duygularını anlar, oysa erkek fiziksel gelişimi ile çocuktan ve onun havasından uzaklaşır. Kadın tıpkı çocuk gibi yaratıcı olmaktan çok alıcı, kabul edici, mantıktan çok yumuşaklık ve şefkat içindedir. Aynı şekilde içgüdüleri de bilincinden daha geliş­miş ve uyanıktır. Hareket etmekten çok katlanmaya yat­kın, hükmetmekten çok emir altına girmeye hazırdır. Ka­dın ve anne olarak erkek ile çocuğun arasına yerleşmiştir. Bu nedenle ailenin merkezi olma ve gene ailenin bu kadar farklı kişileri arasındaki uyumu sağlama durumundadır.
Sonuç olarak ikincil seks karakterlerinin olma neden­lerini şöyle sıralayabiliriz:
1 — Bir kişinin cinsiyetini, hatta uzaktan ve tanın­mayacak bir kılığa girilse bile ayırdetmeyi sağlar.
2 — Bir kişinin olgun üreme hücreleri taşıyıp taşı­madığını, yani bulûğ çağına erişmemiş, evlenecek çağda ya da yaşlanmış olduğunu bildirir.
3 — Öteki cinste karşılıklı ve dayanılamayan bir çe­kicilik yaratır. Onları birbirinden ayırdettirir ve bu ayrı­lık bir mıknatıs gibi etki yapar.
Uyarılma duyumlar üzerine doğrudan doğruya bir etki ile ortaya çıkmaktadır: Görme ve işitme, aynı şekil

Erkekte ; Kısa saç, yüksek alın, sakal, geniş çene, büyük ağız, geniş omuzlar, güçlü kaslar, gelişmemiş göğüsler, kıllı vücut, yağ dokusu az deri, çökük karın, omuzlardan dar kalça, zengin kaslı uyluk, uzun bacaklar.
Kadında : Uzun saç, alçak alın, tüy­süz yüz, dar çene, küçük ağız, dar omuzlar, güçsüz kaslar, gelişmiş göğüsler, kılsız vücut, zengin yağ­lı deri, çıkık karın, geniş kalça, yağlı ve yuvarlak uyluk, kısa bacaklar.
Bir anlamda açlığın kardeşidir. Açlık kişinin korunmasını, cinsel dürtüyse soyun devamını sağlar. Her ikisi de kişi­nin en güçlü ve en zorlu içgüdüleridir.
Erkeğin cinsel dürtüsü kadınınkinden farklıdır. Er­kek üreme hücrelerini vermekte, oysa kadın bunları al­maktadır. Bu yüzden kadının cinsel dürtüsü ayrılık göste­rir. Erkeğin cinsel isteği hareketli ve ataktır. Üreme hüc­relerini sunmalıdır. Cinsel dürtüsü onu girişken kılar. Çevresine bakar ve kadınların ikincil seks karakterlerini dikkatle inceler. Kendi zevkine uygun bir eş seçtiği zaman onu izlemeye başlar.
Sürekli olarak yenilenen birçok üreme hücresi yüzün­den ilkel insan eş seçiminde çok titiz davranmamaktadır. Çokeşli evlilik prensibini güder ve cinsel değişikliği se­ver.
Şimdi de aynı katı kayırmazlıkla kadının portresini çizelim. Erkek üreme hücrelerini yayar, kadın da toplar şeklindeki basit formül, erkekle kadın arasındaki ve aynı zamanda erkeğin cinsel isteğiyle kadının cinsel dürtüsü arasındaki farkların bütün sırrını açıklamaktadır. Erkek elde etmek, kadınsa elde edilmek için türlü yollara başvu­rur. Erkek kuşatan orduya, kadınsa kaleye benzer. Erkek sürekli olarak mıknatısın üstüne giden iğne gibidir. Ka­dın görünüşte dinlenme halinde olan ama, gerçekte sürek­li olarak cinsel çekicilik ışınları yayan bir mıknatıstır. Tıpkı mıknatısın magnetik dalgalarla dolu olması gibi ka­dın da cinsiyetle doludur. O kadar ki cinsiyet onun ikinci dünyası olmuştur. Ama, gene tıpkı güneşin ışın verdiğini bilmemesi gibi, kadın da bunu bilmez.
Giysi sorununun kadın hayatının tam orta yerinde bu­lunması cinsel dürtüyle ilgilidir. Çünkü, artık çıplak olma­yan, uygarlığın örttüğü kadında giysi, en görünür ve en kesin ikincil seks karakteri olmaktadır. Onu bir saç tu­valetinin seçilmesinde düşündüren cinsel istektir. Gene cinsel dürtü onu pudra sürmeye, parfüm sürmeye, aynaya bakmaya ve el çantasında bir sürü şey taşımaya zorla­maktadır. Gerçek kadın her zaman için renklerin bilimin­den çok cinsel etkileriyle, çiçeklerin gruplandırılmasından çok, örneğin bir gülün yeni mantosunun rengine nasıl gideceğiyle ilgilenir. Evreni insan kalbi, özellikle erkek kal­bidir.
Bütün bunlara karşılık kadındaki cinsel dürtüyle er­keğin cinsel isteği arasında düzensizlik vardır. Çünkü cin­sel istek erkeği bir kadın bulmaya ve ona üreme hücreleri­ni aktarmaya zorlar. Bu yüzden üreme hücrelerinin aşırı dolması cinsel isteğini en şiddetli bir şekilde açığa vurdu­rur. Yani onu cinsel temasa iter. Buna karşılık cinsel dür­tü kadını ikincil seks karakterlerini erkeklerin bakışları­na sermeye yöneltir. Yani kadında cinsel dürtü bütün ben­likten kaynağını almaktadır. Üreme organlarına özgü kal­maz ve kadın, erkek gibi yalnız cinsel birleşmeyi hedef tutmaz. Kadının cinsel isteği daha genelleştirilmiş, daha arınmış ve erkeğinkinden daha soylu bir hale gelmiştir.
Kadının cinsel isteği sonuç olarak onu gebe bırakır. Bu yüzden kadın eylem değil, bütün ruhuyla sürekli ve de­ğişmeyen bir durum istemektedir. Erkek üreme hücreleri­ni boşalttıktan sonra işinin başına döner. Oysa kadın se­vilmek ister. Erkek cinsel teması hemen orada ya da bir­kaç saat içinde bitirmek isteğindedir. Oysa kadın evlen­mekte ayak direr. Bu ne acı bir uyumsuzluktur…
Kadınla erkek arasındaki bu farklılık ahlâkı ilgilen­dirmez. Erkek ahlâksız değildir. Tabiatın verdiği içgüdü­lere ayak uydurmaktan başka bir şey .yapmamaktadır. Üreme hücrelerini verdikten sonra onun görevi bitmiştir ve artık gidebilir. «İyi geceler, hayatım, çok güzel bir ge­ceydi, hoşça kal!» diyebilir. Daha kapıdan çıkarken yarın­ki ya da birkaç gün sonraki bir başka birleşmeyi düşün­mektedir. Bu sırada üreme hücreleri, kadının üreme yol­larını aşarak yumurtacığı aramaktadır. 9 ay kadar sonra, artık erkeğin geçirilen geceyi düşünmediği bir sırada ka­dın, yıllarca besleyeceği ve büyüteceği aşklarının meyva-sını dünyaya getirir.
İster istemez akla bir soru gelmektedir. Kadının ev­lenme projesine bu kadar direnerek bağlanmaya hakkı yok mudur? Erkek için cinsel birleşme ne derece maceraysa kadın için de o kadar sonuçları olan, geleceği hakkında karar veren bir durumdur. Cinsel hayatın çatışmaları, an­laşmazlıkları çoğu zaman kadın için acıdır. Bu çatışmala­rın büyük bir kısmı üreme görevlerinin ve bundan doğan cinsel tutumun farklarından ortaya çıkmaktadır.
Gene kadında erkekten farklı olarak bir sıkılma ve utanma duygusu vardır. Cinsel birleşmenin sonuçları ka­dın için çok önemli ve geleceğini etkileyici olduğundan, ta­biat onun kendini çabuk teslim etmesine engel olmaya ça­lışmıştır, îşte bu nedenle ortaya bir başka ikincil seks ka­rakteri, yani kadındaki utanç duygusu çıkmıştır. Tabiat bakire ve tecrübesiz bir genç kıza iki koruyucu baraj ver­miştir. Bunlardan biri fizik, ötekiyse moraldir. Himen ya da kızlık zarı fiziksel engeli, kadınlık utangaçlığı da mo­ral engeli meydana getirir. Baştan çıkmamış bir kadında cinsel yönden büyük bir ölçülülük vardır. Erkeğin ilk tek­lifini her zaman için reddedecektir. Ama, buna karşılık, evine döndüğünde mutlu ve gururlu olacaktır.
Ama, kızlık zarı gibi utangaçlık da aşılamayan bir ba­raj değildir. Daha çok yolu tıkayan bir engeldir. Erkeğin ciddî olduğunu ispatlaması ve engeli aşabilecek güçte ol­duğunu göstermesi gerekir. Gerçek bir erkek kadının ağırbaşlılığı karşısında geri çekilmeyecektir. Tam tersi karşılaştığı güç ve direnme ona, istediği kadının değerini gösterir. Onu elde etmek için savaşırken, ilk önce yalnız­ca cinsel olarak istediği kadının kişiliğini de anlamış olur. İşte bu andan başlamak üzere erkeğin cinsel isteğinin hayvansal yanı ikinci plana düşecek ve cinsel dürtüsü yüceleşecektir.